bu dörtlüğün sahibidir. soldan sağa ve yukarıdan aşağı okuyun aynı şeyleri okumuş olacaksınız.
......1..............................2..........................3....................4
1- Sanma şahım........herkesi sen............ sadıkane... / yâr olur
2- Herkesi sen...........dost mu sandın....... belki ol.... / ağyâr olur
3- Sadıkane.................belki ol ..........âlemde bir... / serdâr olur
4- Yâr olur................. ağyâr olur ........serdâr olur... / dildâr olur
tarihçiler şu şekilde bir olayı anlatırlar ki gerçekleşmiş ise bu büyük padişahın önünde eğilmek bize farzdır.
15 Aralık 1516 târihinde Şam'dan Mısır Seferine çıktı. Mısır'ın merkezi Kâhire'ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere Mısır Seferine îtiraz edildi. Sultan Selim Han îtirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi. Osmanlı ordusu Sina Çölünü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp târihinde rekor yaptı. Sina Çölünü geçerken şu vaka o târihten beri menkıbe olarak anlatılır:
Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı. Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde çölde ilerlerken SultanSelim Han bir ara atından iner. Sultanın piyâde yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler attan inerler. Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşü yaparlar. Ordu harap ve bîtab bir hâle gelir. Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve hûşu içinde yürümektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azâmetinden sıyrılıp, sâkin ve edeple buyurur ki:
"Önümüzde, fahri kâinat Resûlullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken at üstünde gitmekten hayâ ederim."
Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır'a ulaşırlar.
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve islam halifelerinin yetmiş dördüncüsü.
Saltanatı: 1512-1520
Babası: II. Bayezid Han - Annesi: Aişe Hatun
Doğumu: 10 Ekim 1470 Vefatı: 22 Eylül 1520
Amasya'da doğdu. Küçük yaştan itibaren Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Çok çevik ve zeki olup ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharet sahibiydi. Arabi ve Farisi'yi mükemmel bir şekilde konuşurdu. Babası II. Bayezid padişah olduktan sonra , askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon'a vali tayin edildi.
Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken, Şah ismail'in (1502-1524) siyasi-dini faaliyetleri ile Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike arzettiğini görüyor ve ona göre tedbirler düşünüyordu. Hatta zaman zaman bu devlet üzerine küçük çapta akınlar da yapıyordu. Nitekim, 24 Nisan 1512'de babasının yerine geçince de ilk seferini, Osmanlı Devleti'ni önce bölüp parçalama, sonra da yıkma emellerini güden Safeviler üzerine yaptı. istanbul'da Eyüp ve diğer mübarek kabirleri ziyaret ederek zafer duaları yaptıktan sonra ordusuyla harekete geçen Selim Han günlerce yol aldıktan sonra nihayet 23 Ağustos 1514'de Çaldıran Ovası'nda Safevi ordusuyla karşılaştı. Yavuz ve ordusunun kudretiyle ateşli silahların üstünlüğü sayesinde Osmanlılar parlak bir zafer kazandı. iran ordusunun büyük bölümü imha edilirken bir çok Safevi kumandanı ile Şah ismail'in zevcesi esir alındı. iran'ın baş şehri Tebriz'e giren Yavuz Sultan Selim Han, şehirdeki camileri tamir ettirdi ve halka huzur verdi.
Bu zafer ile Osmanlı hududu Fırat'tan Azerbeycan'a ve iran içlerine kadar uzadı. Yavuz Sultan Selim ikinci seferini Memlüklüler üzerine yaptı. Bu seferin asıl sebebi Memlüklülerin Osmanlı Devleti'nin kuvvetlenmesinden endişe ederek şii Şah ismail ile ittifak içerisine girmesi idi. Şah ismail'i bir darbede saf dışı bırakan Cihangir padişah bu defa da yıldırım sureti ile Mısır ordularını 24 Ağustos 1516'da Mercidabık ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandığı zaferler ile perişan etti. Artık Memlük Devleti kalmamış, bütün Arap ülkeleri Osmanlı hakimiyetine girmişti. Bu durum üzerine Mekke ve Medine emiri mukaddes şehirlerin anahtarlarını "Hakimü'l Harameyn" ünvanı ile Yavuz Sultan Selim'e takdim etti. Ancak dindar padişah bu ünvanı "Hadimü'l Harameyn= Mekke ve Medine'nin hizmetçisi" şekline çevirirek aldı ve evlatlarına böyle miras bıraktı.
iki büyük seferin zaferle neticelenmesinden sonra bilhassa donanma faaliyetlerine hız veren Yavuz, devrin büyük alime Kemal-paşazade'ye niyetinin feth-i Efrenciye yani Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak yüce Hakan'ın Eyüp Türbesi'ni ziyaretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız bir şirpence hastalığı mani oldu. Vefat etmeden önce musabihi Hasan Can kendisine Hakk'a teveccüh etmesini söyleyince "Bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun. Cenab-ı Hakk'a teveccühte bir kusur mu gördün?" buyurarak Yasin-i Şerif okunmasını istedi. Kendisi de okurken ruhunu teslim etti. Naşı kendi adı ile anılan camiin avlusundaki türbededir.
Osmanlı Devleti'nin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletti. Babasından devraldığı 2,373,000 kilometrekarelik olan ülke toprakları onun zamanında 6,557,000 kilometrekareye çıktı.
Devlet işlerinde kesin niyet ve kati programla hareket eden Selim Han, herhangi bir devlet işini fiiliyata koymadan evvel muhtelif yollarla onun hakkında alim, vezir ve sair ilgililerin fikirlerinden istifade eder ve günlerce düşünür, nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri en şiddetli şekilde cezalandırırdı. Muntazaman bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket dışında ve gerek içeriden devamlı bilgi alırdı. Mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı.
ihtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sadeliği sever ve sade giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman çok süslü bir elbiseyle huzuruna girince; "Süleyman annen ne giysin?" (Başka bir rivayete göre "Anana giyecek birşey bırakmamışsın.") diyerek sitem etmişti. Hazinenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi.
Sultan Selim Han evliyaya rağbet eder onların sonbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet sayardı. Devamlı; "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş - Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş." buyururdu. Yavuz Sultan Selim'in Şam'da Salihiyye'de Muhiddin-i Arabi'ye yaptırdığı camii, imaret ve türbeden ve bir de Konya'da Mevlevi tekkesine getirdiği sudan başka bir hayır yapmasına vakti ve zamanı müsait olmamıştır. Hatta başlattığı camiinin bile yalnız temellerini attırabilmiş fakat tamamlayamamıştı.
şah ismail'in devletin içinde nifak oluşturmasıyla devletin(ki bu devlet o devrin en büyük devleti) bekasını sağlamak için çıkan isyanı kanlı bir şekilde bastıran dünyanın en büyük hükümdarlarından biridir.
osmanlının dönemin tek türk devleti olduğu sanrısı ve bizim de kayıtsız şartsız onun varisleri olduğumuz varsayımından yola çıkarak yaptığı büyük hatalara rağmen üstüne toz kondurulmak istenmeyen osmanlı padişahı.
adam ne yapmış, mısır seferiyle beraber halifeliğin osmanlıya geçmesinden ötürü sünni islam anlayışı devlet kademesinde de iyice benimsendiğinden, yapı bakımından kendinden kat be kat türk olan safeviler tarafından kullanılacağı korkusuyla güney ve doğu anadolu bölgesinde yaşayan alevi-türkmen nüfusunu doğru veya yanlış osmanlıya tehdit olarak görmüş. ardından kimi yerde kırarak kime yerde iran'a göç etmeye zorlayarak ehli sünnet varsaydığı daha önce bölgede etken güç olarak pek adı sanı duyulmamış kürt aşiretlerin bölgeye yerleşmesine olanak sağlamış. buraya kadar nesnel tarih.
bundan sonrası ise sadece varsayım.
sorarım, eğer doğu anadolu ve akkoyunlu topraklarında o tarihlerde çoğunluk olan türkmen aşiretleri kimi yerlerde katledilip kimi yerlerde topraklarının kürtler tarafından gaspedilmesine imkan verilmese ve kalan alevi-türkmenlerin de iran'a göç etmeleri sağlanmasaydı şu anda bölgenin demografik yapısı ne olurdu. daha açık ifade etmek gerekirse, biz şu anda güneydoğu sorunu ile uğraşıyor olur muyduk?
bence hayır..
biraz daha ileri gidelim, doğu anadolu toprakları için yapılan mücadeleyi acaba yavuz değil de şah ismail kazanmış olsaydı burada yavuz sultan selim'i ölümüne savunanlar aynı övgüleri şah ismail için mi yapacaklardı?
bence evet..
sonuç olarak tarihi kazananlar yazar. tarihi okuyanlar ise sadece kazananları dinlemek ister. gerisi hikaye..
sultan selim , iran'a yaklaştığı halde ne kendi ne de askerleri ortalarda gözükmeyen şah ismail'e mektup yazar :
''ismail sağ mısın, ölü müsün? işte geliyorum. haftalardır ne seni, ne ordunu göremeden ilerliyorum. bana inan ve öğütlerimi dinle. eğer saklanmakta devam edersen bil ki adam değilsin. miğferini çıkart, yerine kadın peçesi tak; zırhını at, şemsiye ve yelpaze al.''
aynı zamanda mektupla birlikte bir şemsiye, bir de peçe yollar.
küçük bir misal: yavuz koskoca mısır'ı fethetmiş, kutsal emanetleri yüklenmiş istanbul'a dönmektedir. istanbul'a tam girceklerken, kudretli, basiretli ve mütevazi padişah orduya burada konaklama emri verir. vezir gelir ve sorar:
-padişahım istanbul'a az miktar yol kalmışken neden durduk?
-insanların karşılayıp alkışlamalarından çekindim, karanlık bastırınca girelim.
der, veli padişah, tevazu ile yükselen padişah..
Mısır'ı fethettikten sonra halkın huzuruna çıkıp şöyle demiştir:
''Ey mısır tebam! Ben şimdi gidiyorum ama arkamda oniki yeniçerimi ve bir valimi bırakıyorum. Eğer ki bu kullarımdan birinin bir tek kılına zarar verirseniz bizzat ben geri gelirim!'' *