yazarı milan kundera olan kitap, yavaşlık ile hatırlama; hız ile unutma arasında bir ilişki olduğu ilkesine dayalıdır."Bir şey hatırlamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır, buna karşılık az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır."
Tavsiye edilir.
Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır.
Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Kitap yavaşlık ve hız kavramlarını örneklerle kıyaslayarak, açıklayarak başlıyor. Aslında romanda üç farklı hikaye var. Birincisi yazarın ve eşinin bir şato otelinde geçirdikleri kısa bir tatil( Anlatıcı bunu gerçek hayatmış gibi düşünmemizi istiyor), ikincisi bu şatoda 18.yy da yaşanmış yasak bir aşk hikayesi( vivant denon’un bir hikayesi), üçüncüsü de böcekbilim uzmanlarının bu şato otelde gerçekleştirdikleri bir sempozyum.
Anlatıcının ve eşinin olduğu hikayeyi gerçekmiş gibi diğer ikisini de kurmaca olarak düşünelim.
18. Yy da teknoloji çok gelişmediği için insanlar işlerini yavaşça hallederdi. Bir yerlere yetişmek için aceleleri yoktu. 20.yy hız çağı oldu. Herkesin bir yerlere yetişmek için acelesi var.
Romanın sonunda 18. Yy daki şövalye ile 20.yy daki Vincent Şatonun bahçesinde buluşurlar. Kısa bir muhabbetleri olur. Şövalye o kadar güzel vakit geçirmişki yüzü neşe dolu. Birazdan at arabasına binip yaşadıklarını düşüne düşüne yavaşça uzaklaşıcak. Vincent ise 20.yy’ın modası olan ünlü olmak, görünür olmak, haz için yaşamak çılgınlığında olduğundan tatminsiz bir şekilde, mutsuz bir aceleyle hız motorsikletine binip hemen uzaklaşmak istiyor.
Teknoloji-temelli ilerleme saplantısı percinlendikce, sürat en önemli ama en önemli vektör haline geldi bizim için. Yavaşlık ise, banallik, yoksunluk, geride kalma ile birlikte düşünüldü. Son zamanlarda yavaşlık konusu üzerinde daha çok düşünmeye başladım. Aceleci davranmamak, üzerinde uzunca düşünülmemiș fikirlerin peşinden gitmemek adına sakınce, dingin bir şekilde düşüncelere dalmak, kendi içimde filozoflarin temel izlekleriyle hemhal olmaya çalışmanın tadını çıkarmak istiyorum. Eskiden aklıma gelen her şeyin peşine düşer, çabuk sıkılır, herseydenbirazcilik yapardım. Eskiden doğru olduğuna inandığım saçma sapan teorik angajmanlarimi nasil canhıraş savunmuşum düşünüp gülerim. Felsefece düşünmek, daha naif bir dille söylersek, düşünmeye yaklasabilmek; derinlesmek ve herhangi bir konum almadan evvel etraflıca düşünmek gibi geliyor bana. Bunu yapmaya muktedir olmayanlar, savundukları her bir fikrin gerisinde saklamaya çalıştıkları reaktif arzu olan hıncın çukurunda kendini tuketecegini göremezler ve Jamesonci anlamda pastișe dönüşürler. Bir zamanlar ben de böyleydim, degismisim. Olgunlasmak sanırım biraz da bu yavasligin açıldığı olanaklilik sahasına göz kirpmak gibi bir şey.