oguz atay'in tutunamayanlar romaninda selimle tanistiklari zamanlari anlatirken bir tespiti vardi turgut'un. asagi yukari su meale geliyordu. belediye otobusu ile seyahat ettiğimiz vakit yasamiyorduk sadece yasamamizda bosluklar vardi. evinden okula 17 durak vardi. ilk durakta 17-0 yenik bir takimdi. her durakta bir gol atip karsi takimin gol hanesinden bir sayi düsüyor ve menzile vardiğinda 17-0 maglubiyetten 17-0 galibiyete geciyordu. o trafikte ve sıkısıklıkta diger insanlar allah bilir yasamadiklari saatleri ve dakikalarda oyalanmak için sessizlikleri içinde ya önlerindeki yolcularin ensesine aval aval bakip allah bilir ne oyunlar uyduruyor, gibi bir şeydi. bilen bilir o bölümü bilmeyense bir zahmet okusun o kitabi. cok sey kazanacağina kalibimi basarim.
oguz atay gibi anlatamadik ama idare edin ben oguz atay değilim. anlatacağimizi anlatmaya devam edelim.
ömrü hayatimizin hemen hemen büyük bir bölümü yasamamak üzerine kurulu. bir cogumuz hayatimizi kazanmak evlad-ul ayal yoksa bile yıkılasi haneyi ayakta tutmak için ac-acikta kalmamak için kendini bir köleliğe mahkum edip sevmediği islerde, sevmediği insanlarla beraber calisip yasamanin bütün eziyetlerini sineye cekiyor.
bir cogumuz abidik gubudik bilgileri ögrenmek için daha dogrusu universiteye kapaği atip koluna altin bileziği gecirmek için test cözmenin piri olmak zorunda kaliyor. gerci gercek hayatta teorinin pratiğe uymamasinda dolayi hayat size bilezik gibi geciriyor ya o ayri hikaye....
öyle ya da böyle insanlar yasamlarini sürdürebilmek için zorunlu olarak yasamamayi seciyorlar.
gecenlerde sirf merak için ne zaman emekli olabilirim diye ssk'nin sitesine girdim. iste sigorta nmarasini falan filan girdim, teferuatlarini halettikten sonra anca 30 sene sonra emekli olabileceğimi gördüm. bu da asagi yukari 60 yasima falan tekabul ediyor. bazi kişiler hayat kirkindan sonra baslar diyorlar fakat 60'indan sonra baslayan hayati ne yapayim? 3 kurus maas alabilmek için ömrü billah it gibi calis ondan tam yasamaya basliyacağin mali mulku saglama aldiktan sonra gümle....
zannederim bu hesap kimsenin işine gelmez. allahtan vakti zamaninda saksiyi calistirdiğim için özel sigortali oldum da 10 sene sonra ordan iyi bir maas almaya basliycam.
biraz dallanip budaklaninca her yerin kapali oldugunu ve zemberekte sallandiğimizi görüyoruz. yardan vazgecsek ser canimiza siciyor, serden vazgecsek bu sefer yar agzimiza siciyor. iki arada bir derede yasamaya calisiyoruz vesselam.
seneler evvel izmir sehir tiyatrolarinda polonyali bir yazarin terzi isimli bir oyununu seyretmiştim. orda bir söyle bir replik geciyordu. 'bir insanin varolusu diger insanlarin sayesindedir, siz eskiden kral olabilirdiniz fakat ben sizi su an terzi ciraği olarak görüyorum ve siz kral değil terzi cirağisiniz. simdi ben sizi hiç bir şey olarak varsaysam siz hiç bir şey olursunuz' - aramizda kalsin fevkalade güzel bir textir imkan olsa tekrardan bir hatim etsem-
evet biz insanlar ne yazik ki kendimize her gün her saat varolduğumuzu ispatlamak zorundayiz. burda yazan cizen insanlarin ortak paydasi olan sözlük üzerinden temellenirsek eger bunu daha iyi anlariz. niye içimizdeki kelimeleri defterlere değilde su sözlüğe yaziyoruz? ister zittiri pittiri tarzda olsun ister zübüklük ederek olsun isterse ne bileyim iste binbir cesit uslubla kiminin yuzde yuz fikirle kiminin ise yuzde bir oraninda fikirle doldurdugu - ama kirintida olsa fikir vardir içinde -
yaziyoruz? benim görüsüm teknoloji ile gitgide yasmamak zorunda kalan insanlarin yasam alanidir. gece saatlerinde calismak zorunda kalip gündüz vakitleri uyumak zorunda kalan
abc'si cba olan kişiler hiç olmazsa yasam bir alani bulabilmek ve yasadiğini bir katrede olsa tadabilmek için sözlükte yaziyor. cünkü dünya ve hayatla hala bir dertleri var.
zaten yazmak ve okumak biryasam bicimi değil midir? yasayamadiğini anladiğin vakit kaleme sarilmaz misin?
joseph joffo denilen frenk musevisi bir yazar var. yanilmiyorsam bir avuc bilya isimli ani kitabindan baskada bir yazili kitabi yok ya da ben baska kitabina denk gelmedim.
kitabin richard widmark stili saclari olan ve 76 model perde desenli beyaz gömleği ile siyah beyaz fotografi arz-i endam eyleyen bu kişinin kitabinda alman isgali altinda fransada iki veledin kacis öyküsünü anlatir.
bu kendi öyküsüdür. nice'te karaborsaci yamakliği icra ederler, fransanin bilmem neresinde cocuk kampinda kalirlar falan filan bir yiğin macera gecirirler.
günün birinde bu iki kardes almanlar tarafindan ebelenir. almanlar tabiki stalingrad yenilgisi yüzünden iyice hircinlastiklarindan dolayi bunlari bir sorguya alirlar ve tutuklarlar. bizim joseph bu tutuklugu esnasinda bir ufak bir otel odasinda öldügünü düsünmeye baslar. hiç bir hareket yoktur. yasadiğini anlamak için kapidan cikar ve muhtemelen bremenli alman tarafindan 'nereye gidiyorsun ulan' tarzi uyari yiyince 'oh be yasiyormusum' tarzi bir gülümseme ile odasina döner. işte joseph yasadiğini anlamiştir o vakit.
eh kendimizce biraz acikladik bu kavrami saniyorsam. bu ukteyi veren cennet kovulana burdan selamlar olsun.
adetimiz oldugu üzere entryimizi bir şiirle bitirelim. aziz nesin'den geliyor efendim acili gecenin bitiminde:
yaşadığımı işitmek istiyorum
bir ses uzaktan yakından ya da içimden
düşen yaprak örneğin
kağıt hışırtısı olsun
ya da eski tahtaları içten kemiren bir kurdun çıtırtısı
bir inilti derinden
damlayan su
bir elektrik düğmesi çıt diye
çok uzaklardan yankılanan duyulur duyulmaz
içimdeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir ses
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı
yaşadığımı görmek istiyorum
bir ışık uzaktan yakından ya da içimden
sesindeki pırıltıya
gözündeki ışıltıya benzer
bir kibrit çakımı
bir yanıp sönse yeter
sabahın yağan toz mavisi göğsünde çıplak
ya da gün batımı pembesi dudak
bir yıldırım hızında çizilsin
bir şimşekçe yazılsın karanlığım
bir fener ki uzaklığı bilinmeyen
bir yıldız parlayıp sönen
dişlerinin aydınlığını
içimdeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir ışık
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı
yaşadığımı duymak istiyorum
bir ısı uzaktan yakından ya da içimden
tenine ilk dokunduğum zamanki
elini ilk tuttuğum
yüreğimi kanatlandıran o titreşim
kanı geçiyor kanıma sandığım
öyle bir değdin ki varla yok arası
ve yanarken ateşten ellerim
yatak çarşafının apaklığında duyduğum serinlik
ve sevgiyi sende bulduğum ilk
o ılıklığa değinmek yerine
uzak düşlerde olsa da yeter
içindeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir değini
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı
yaşadığımı koklamak istiyorum
bir koku uzaktan yakından ya da kendimden
kulak memelerinde şebboy
saçlarında o koku
ki öptükçe öpüldükçe büyüyen
her yel estikçe getirir düşlerime
koklarım çok uzaklardaki anılardan seviyi
bir yel esmiş mi esmemiş mi
bir kıpı dal oynasa
bir yaprak kıpırdasa
duyulur duyulmaz olsa da
içimdeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir koku
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı
yaşadığımı tatmak istiyorum
bir tat ki uzaktan yakından ya da kendimden
ağzımda dilimde damağımda
bir buruksu mutluluk sandığım
salt benim diye aldandığım
kendi yalanlarıma kandığım
arttı yaşadıkça duyduğum acı
yitirmemek için o acıyı çoğaltırım
içimdeki mağaralarda besler büyütürüm
her ne olursa olsun bir tat
yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı