yine aptal aptal düşüncelere dalmıştım. artık çok düşünmeyecektim de. yavaş yavaş salına salına evime doğru gidiyordum. uzun ve dar sokağın sonunda daha önce birkaç defa geçtiğim caddeye çıktım. kaldırımlarda yine insan seli vardı. hala yağan şu yağmurdan diye düşündüm. düşünmedim, söyledim içimden. bundan sonra evi bulabilirdim. caddenin aşağısına doğru epey yürümem, ikinci ışıklardan sola dönüp geniş bir alana çıkmam gerekiyordu. geniş alana çıktıktan sonra-meydan gibi bir yerdi- iki yüz metre kadar tam karşıdaki parkın sonundaki köhne sokaktaydı kaldığım ev. cadde yolundan karşıya geçtim ışıklara uymayarak. sonra yolum uzasın diye ilerden tekrar karşıya geçtim. beni takip eden biri olsa "ne yapıyor be bu adam." diye söylenirdi kesin. ikinci ışıklara yaklaştığımda trafik artmıştı. trafik lambasının yayalar için yeşile dönmesini bekledim. yanımda yaşlı bir teyze, onun yanında sekiz on kadar irili ufaklı insan. yeşile dönmesiyle aynı anda harekete geçen insanlar telaşla karşıya ulaşma çabasına girdiler. halbuki daha yeni yeşil olmuştu ışık. sayaç 50 saniyeden geriye saymaya başlamıştı. bu acele ne içindi? insanlar neye yetişmeye çalışıyorlardı ben bile hızlı hızlı yürümeme rağmen yetişememişken hiçbir mutluluğa?
yeniden düşünmeye başladığımı görüp kızdım kendime ve birden tekrar o gökyüzünü en iyi yansıtan gözleri görmüştüm. tam karşımdan geldiğim yöne doğru ilerliyordu. beni fark etmemişti. hava böyle koyuya çalmışken koyu mavi, hava güzelken açık maviye dönerdi gözleri. bunun da farkında değildi. belki de benden başka kimse farkında değildi bunun? kıyafetini değiştirmişti. mavi şalı yerine beyaz bir şal atmıştı o narin boynuna. pembe çiçekli gömleğinin yakaları açık mavi hırkasının dışına fışkırmıştı. giydiği her şey çok yakışmıştı ona, kimselere yakışmadığı kadar. daha sabah görmüştüm bu güzel gözleri. ve bugün hiç yapmamış olduğum bir şeyi yapmaya karar vermiştim.
yolun bu tarafındaki insanlar karşıya geçmek için yürüyorlardı, karşıdan gelenler ise bu tarafa geçmek için. ama yolun tam ortasında duran biri vardı. bendim o duran. birkaç saniye bekledim durduğum yerde ve döndüm geriye. düştüm gökyüzü gözlü kızın peşine.
nereye gidiyordu günün bu geç saatinde? bilmiyordum ama bilmek istiyordum. çünkü merak ediyordum. adı selin di. yaklaşık dört buçuk ay önce bir parktaki bir bankta uyuyakalmışken ben, o baş ucumda uyanmamı beklemişti.
hatırlıyorum da ne kadar güzel bir gündü öyle. aslında selin le tanıştığım günden bir önceki gündü güzel diye bahsettiğim. güneş pırıl pırıldı, sanki ilk kez doğmuştu dünyaya. önceki gece uzun süreli bir sağanak vardı. geceyi ıslatıp, sokakları temizleyip çekip gitmişti yağmur. ben de bütün gece yağmuru izlemiştim pencere kıyısında. bir deniz yoktu şehirde ama ben duyabiliyordum dalga seslerini, martıların kanat çırpışlarını hissedebiliyordum. yağmuru bu yüzden severdim. denizi olmayan şehirlere gökteki denizi getirirdi. işte o gece bekledim güneşin doğuşuna kadar. uyuyakalmışım gece bittikten sonra her zamanki gibi. öğleye doğru uyandığımda havada olağanüstü bir güzellik vardı. belki de bu güzelliğin sebebi selin di. gözlerimi açtıktan saatler sonra görecektim onun gözlerini..
her zamanki gibi kahvaltı yapmadığım bir sabahtı. aslında öğlen oluyordu zaman. . buz gibi suyla duş aldıktan sonra lisede okuyan kardeşime harçlık göndermek için dışarı çıkacaktım. üstüme geçirdiğim daha önce hiç ütülenmemiş olan küçük kareli bordo bir gömlekti.. altıma lacivert kot pantolonunu çektim. çıktım dışarı. merdivenleri seri bir şekilde indikten sonra apartman kapısını sertçe ittim. yine yanılmıştım. bu eve taşındığımdan beri hep çekmek yerine itiyordum kapıyı, hayatıma girip bazı şeyler götüren insanlara yaptığım gibi. apartmandan çıktığım gibi evin ilerisindeki büyük meydana yürüdüm. hızlı hızlı yürüyüp kardeşime çabucak harçlık göndermeli, sevindirmeliydim keratayı. meydandaki kavşağın oradaki büfelerin yanında bulunan bankamatiğe yöneldim. sırada üç kişi vardı. beyaz saçları fötr şapkasından fırlamış yaşlı bir amca, kıvırcık sarı saçlı genç bir kız ve hemen önümde baş örtülü bir teyze. bulutsuz bir gökyüzü vardı geceki sağanağa rağmen.. yaşlı amca işini yaptı ve ağır adımlarla geldiği yer olduğunu tahmin ettiğim yere doğru gitti. sırada daha önce görmediğim güzellikte sarı saçları olan genç bir kız vardı. parıldayan güneşin altında daha da hoş duruyordu saçları. bir an için merak ettim yüzünü. sonra boşver dedim içimden. senin sevgilin var dedim. evet var ama seni sevmiyor, sevmeyen bir sevgilin var diye döndü iç sesim. olsun dedim benim çok sevdiğim bir sevgilim var dedim iç sesime. iç sesim karşılık vermedi ben de sustum bu sessizliğe.. sarı saçlı kız da işini halledince bankamatikten narin başını kaldırdı ve her şey o anda oldu. gökyüzünü bu gözlerde daha önce hiç olmadığı kadar güzeldi.
yuvarlak hatlı çenesi, kalın alt dudağı, kar beyazı dişleri, kıvırcık sarı saçlarıyla süslü yüzü ve okyanus mavisi gözleri. birine aşık olmak için gerekli her şey mevcuttu. güneş hiç olmadığı kadar parlamış, ben de şahidim diyordu adeta. içimde bir şey kıpır kıpır etti, göz göze geldik ve kaçırdım gözlerimi. daha fazla bakamazdım o gözlere.. sevgilim vardı, çok sevdiğim bir kız arkadaşım vardı...
ben hala önümdeki yaşlı teyzeyi beklerken o gitti. gitsindi zaten, bir anda çok sevmiş bir anda çok nefret etmiştim ondan. kendime gelmek için derin derin nefes aldım. temiz havayı taa içime çektim. benim evin oraya doğru gidiyordu. bir süre izledim yürüyüşünü. bankamatiği falan boş vermiştim. arkamdaki iki insana yer verdim. nereye gidiyor diye düşündüm. tam bu sırada henüz on on beş metre civarı uzaklaşmıştı ki arkasına dönüp baktı. ben de ona baktım. bankamatik sırasının dışına itilmiş adeta ona odaklanmış gibiydim. gülümsedi sanki uzaklardan. bense hissettim o gülümsemeyi en yakınımdan. sonra nazikçe döndü, devam etti kendi yoluna..yavaş yavaş silindi gözlerimden, bıraktığı iz ise eski bir yara gibi hep önümde olacaktı, henüz bilmiyordum bunu..
önümde hiçbir insan kalmamıştı. ben hala o nun gittiği yöne doğru bakıyordum. tekrar derin bir nefes aldım, kalbim bir anda hızlanmış, usul usul yavaşlamıştı. sıra bendeyken arkamdan biri " hadi birader akşam oldu." dedi. telaşlandım, elim ayağıma dolaştı. acele hareketlerle cüzdanımdan çıkardığım üç yüz lirayı kardeşimin hesabına yatırdım. bankamatik bile kıvrılmış, yırtık para istemiyordu, peki beni bu hayat nasıl kabullenecekti? bilmiyordum her zaman olduğu gibi. telefonuma gelen mesajda neredesin diyordu kız arkadaşım. cevap vermek istemedim, aslında hemen dönerdim mesaj gördüğümde ama bu kez istemiyordum. sadece eve gidip uzanmak istiyordum. fikrimi değiştirdim, maymun iştahlının dik alasıydım. ara tuşuna bastım, dıt dıt dıt. tam dört kere duydum bu sesi. sonra o güzel sesiyle soğukça konuştu; "konuşmamız lazım." dedi. "tamam olur, ne zaman?" dedim. " saat 8 de, her zamanki yerde." diye cevapladı. "tamam görüşürüz akşama." dedim. duymadı, kapatmıştı.
ne demek istemişti acaba diye düşünüyordum bir yandan diğer yandan hızlıca yürüyordum. geldiğim yoldan evime doğru gittim. biraz sonra aklım yaklaşık yarım saat önce gördüğüm sarı kıvırcık dalgalı saçlı kıza gitti. tam da buradan geçmişti. kokusu bile sinmişti kaldırıma. allah ım ben ne yapıyorum dedim içimden. bundan önce defalarca yaptığım gibi kızdım kendime.
iki yanı, dökülmüş yapraklarıyla göze çarpan ağaçlarla dolu sokaktan geçerek evimin olduğu sokağa çıktım. apartmanın girişinde ara sıra bana yemek yapıp getiren saliha teyze otururdu. apartmanın kapısının ardında tombul ellerindeki tencereyle göründü saliha teyze. acaba bu kez ne getiriyor diye meraklandım. "saliha teyze!" diye seslendim, beni görünce nurlu yüzüne gülümseme düştü, "oğlum ben de sana yemek getiriyordum, annen geçen geldiğinde hediyeler getirmişti bana, mahcubum hala." dedi. "olur mu saliha teyze, sen de bir nevi annem sayılırsın benim." dememle açık kahverengi gözleri boncuk boncuk oldu, belki de yaklaşık 4 yıl önce yani ben buraya yeni geldiğimde vefat eden oğlunu hatırlatmıştım ona. benim gözlerim de yaşardı. tencereyi elinden aldım, "ellerine sağlık saliha anne." dedim. yanlış yaptım galiba diye düşünürken ben saliha teyzenin yaşlı gözlerinde bir güneş açtı. "afiyet olsun evladım." dedi. koşarak çıktım merdivenleri, anahtarı bir kere çevirdim yuvasında ve girdim yalnızlığımın beni beklediği yere.
ayakkabılarımı tam çıkarmamış haldeyken koridordaki dolabının yanına fırlattım. iki elimle kavradığım tencere bu ani hareketle elimden kaydı ve büyük bir gürültüyle yere düştü. tencerenin içinden zeytinyağlı dolmalar fırladı koridora. yuvarlanan tencere ters döndü zemin üzerinde. en sevdiğim yemekti zeytinyağlı dolma. annem söylemiş olmalıydı saliha teyze ye. yere çömeldim, henüz yere temas etmemiş dolmalardan üç tanesini ağzıma attım. annemin yaptığı enfes zeytinyağlı dolmalar gibiydi.
koridoru temizlemek için bir saate yakın uğraştım. son zeytinyağlı dolmayı da atarken çöp kutusuna üzüldüğümü fark ettim. dört gün annemle baş başa yiyeceğim akşam yemekleri başlamadan bitmişti. nasıl üzülmeyeyim?
ellerim anne eli gibi koktu, deterjan kokusu. geçmedi de bir türlü. iyice sabunladım, ellerim sabunlu halde spor haberlerini izledim. yarım saat sonra yıkadım ellerimi. daha iyiydi şimdi. biraz uzanmak istedim. üstümü başımı değiştirmeden kendimi dağınık yatağın üstüne bir göle düşen yağmur damlası gibi bıraktım.. kısacsık uykuda bile ısrarla gördüğüm rüyalardan birini yaşadım. yine yağmurlu bir gece vakti ve yine uzun bir yolda yürüyorum. belki saatler süren bir yürüyüş bu. ne başlangıcı ne sonu belli olan bir yürüyüş. arkamdan bir takım sesler geliyor. buz mavisi her yan, ardıma bakıyorum hiç tanımadığım insanlar "gel." diyor.
aksi yöne gidiyor ayaklarım. biraz sonra yolun ucunda o nu görüyorum. hani yağmur altında aşık olduğum o gün var ya. işte bu kez aşkı değil de hüzünü görüyorum toprak gözlerinde.
uyanıyorum rüyanın sonunu görmeden. saat akşama yaklaşmış, güneş başka yerlere doğmak üzere. neydi bu gördüğüm diyorum kendi kendime. titreyen telefonla kendime geliyorum..
ilkokul ikinci sınıftayken babamın 15 aylık askerlik yapacağından kayseriye taşınmıştık. Orda ikinci sınıfı okuyacaktım. Ordayken sınıf başkanı olmuştum. ve bu hikâyenin özel karakteri sınıfın renkli gözlü güzel kızı asenaydı. Ben sınıf birincisiydim o'da ikincisi. Ben sınıf başkanıydım O'da başkan yardımcısıydı. birbirimizi tamamlıyorduk*. Ben o'nu Sevmiştim, O'da beni sevmişti. O yaşta birbirimize aşık olmuştuk. Ama şu zaman denen şey hiç olduğu gibi durmuyordu. sonra babam askerden geldi ve istanbula geri döndük. Ve asenaya bi veda bile edememiştim. o'nu bir sene görememiştim. geri geldiğimde o'nu sorduğumda ilçe dışına taşındığını söylediler. ve bir sene boyunca sadece bir kere uğramıştı eski mahallesine. ve arkadaşlarına sordurdum. beni hala seviyor mu diye. cevabını geç de olsa almıştım. bir sene sonraki geldiğimde o'nun arkadaşları beni hala sevdiğini söylemişlerdi. ama O artık çok uzaktaydı. bulunduğum yerden arabayla 1,5 saatlik yoldu. o seneden sonra o'nun arkadaşı da oradan taşındı. ve bir daha asena'dan haber alamadım.
Edit: bu da benden bir hikaye. Bu hikaye de yarım kalıyor maalesef. insAllah sizin hikayeler yarım kalmaya devam etmez.
orta bire gidiyordum. sınıfımıza yeni birisi gelmişti. adı demet'ti. dersleri iyiydi ama biraz uzun boylu olduğu için öğretmen O'nu * benim yanıma oturtmuştu. gözleri masmaviydi. öyle ki ben bu maviliği hayatımda iki kere gördüm. birincisi daha önceki hikâyenin öznesi olan asena'daydı, ikincisi demet'teydi. demet'in o kadar güzel bir gülmesi vardı ki o gülünce; sanki gözlerinin içinden ışık saçıyordu, bembeyaz dişlerin inci gibi parlıyordu. dudaklarını unutmamak gerekir. dudakları kırmızı ve çok güzeldi, hele o gülerken. ayrıca gözleriyle de çok uyumluydu. sırf o'nun gülmesini izlemek için çeşitli şakalar yapardım. o da sanki gülmesini istediğimi istediğimi anlayıp gülerdi. bazen o'nun adıyla dalga geçerdim. o da sinirlenirdi. ama gözlerindeki parıltı asla kaybolmazdı. sonra o da benim omzuma vururdu ama sinirinden daha çok, yakınlığından vurur gibiydi. bende omzum acımış gibi yapardım. o da benim doktorum olurdu. ve bu sefer omzumu okşayıp iyileştirirdi. ama o'nun bana vurduğunu genellikle geç anlardım. çünkü o, bana vururken; ben, o'nun dudaklarındaki gülümsemeye ve gözlerindeki mutluluğa bakıyor olurdum. sıra arkadaşım olduğu için herkesten önce benimle Kaynaşmıştı ve belkide o'nun kalbindeki en iyi yerdeydim. o da benim kalbimin en özel yerindeydi. o'nunla çok yakındık ama o'na, o'ndan hoşlandığımı hiç söyleyememiştim. ve ne yazık ki orta ikiye geçerken taşınmak zorunda kalmıştım. ve tıpkı asena'da olduğu gibi demet'e bir veda bile edemeden ayrılmıştım. o zamandan beridir o'nu hiç görmedim. umarım görürüm. eğer o'nu görürsem, zamanında o'ndan hoşlandığımı söylerim.
ve son olarak; demet, sen hep kalbimdesin. seni unutamam, gözlerini, gülüşünü... sen benim ikinci aşkımdın ve unutma ilkler hep hatırlanır, sonlar hep baki kalır.
orta ikiye gidiyordum. dersanede aleyna diye dümdüz ve simsiyah saçları olan bir kız vardı. yüzü o kadar masumdu ki; bunu anlatamam, sadece görerek anlarsınız. o'nunla hiç konuşmamıştık. hatta o'nunla tanışma fırsatımız bile olmamıştı. taa ki adaşım bir arkadaşımın bizi tanıştırmasına kadar. o'nunla tanışmıştık, konuşmuştuk ve Kanımız birbirimize kaynamıştı. birkaç gün sonra bana 'evdeyken de konuşuruz, telefon numaranı versene' demişti. benden hoşlandığı her halinden belliydi. bende o'na aşıktım. ama o benden telefon numaramı isteyince ben, o'na başkasının telefon numarasını vermiştim. ne başkası?? bildiğin numarayı sallamıştım. o'nu sevdiğim halde niye böyle bir mallık yaptığımı bile bilmiyorum. ama sonraki gün o'nu dersanede görmüştüm. ve ona seslenmiştim. kafasını hızla çevirmişti ve o simsiyah saçları havada adeta dans etmişti ve yüzünde gülümseme vardı, taa ki beni görünceye kadar... beni görünce yüzündeki gülümseme kaybolmuştu. ve bir daha benimle konuşmadı.
ve son olarak; aleyna, seni seviyordum o zamanlar. ama seni yapacağım mallıklarla üzmek istememiştim, kalbini kırmak istememiştim. çok özür dilerim. seni de asla unutamayacağım. sen, benim kalbini kırdığım ilk kızdın. tekrar çok özür dilerim.
orta üçe geçmiştim. belkide kırdığım kalpler yüzünden eski tipim kalmamıştı ve yüzüm sivilcelerden mayın tarlasına dönmüştü. ve dersanemize yeni bir kız gelmişti. adı fatma'ydı. gözleri açık kahverengi. saçlarında ise sarının iki tonu vardı ve ikiye ayrılmış şekildeydi. sol kısmı daha kısaydı, sağ kısmı daha uzundu ve çok yakışıyordu bence. sesi de harikaydı. sırf o'nunla konuşmak için o'nunla tartışıyordum. ama kimse neden tartışmak istediğimi anlayamamıştı, o bile. herkes gerçekten tartıştığımızı sanıyordu. halbuki ben o'nun sesini duymak için tartışıyordum. ve o'na olan aşkımı o'ndan saklamıştım. tam 11 ay boyunca o'na bahsetmemiştim. ve lise birde yurtta kalıyordum. bazı arkadaşlarıma platonik aşkımdan bahsetmiştim. onlar 'konuş, kaybedeceğin bir şey yok' demişlerdi, haklılardı. facebooktan eklemiştim o'nu. bir gün sonra arkadaşlık isteğimi kabul etmişti. yaklaşık iki hafta konuştuktan sonra o'na, kendisinden hoşlandığımı söylemiştim. o ise 'ben başkasından hoşlanıyorum' demişti. 12 ay boyunca o'nu sevmiştim, sonu böyle kötü bitemezdi. bu yüzden biraz daha üstüne gitmiştim. ve o da bir güzel siktiri çekmişti. ama 3 ay boyunca onu sevmeye devam etmiştim. ama bir gün kendime söz vermiştim: artık üniversiteye kadar kimseye aşık olmayacaktım. ama bu sözü de tutamadım. çünkü beni hayata yeniden bağlayan birisiyle tanışmıştım.
not: bu pazartesi fatmayi gördüm. yanında bir arkadaşı vardı. o beni fark etmemişti her zamanki gibi, ama ben onu fark etmiştim ve bir anda duraksamıştım. yanımdaki arkadaşlarım duraksadığımı bile fark etmemişlerdi ama böylesi daha iyi olmuştu. onu izleme fırsatım olmuştu. durup fatmayı izlemiştim ve yanımdan geçip gitti. arkamı döndüm ve ona son sözümü söyledim 'artık seni sevmiyorum'. ona son sözüm bu olmuştu.
son olarak; seni de unutmayacağım fatma. çünkü seni severken aşkın acımazsız olduğunu öğrendim. ve bir aşkın ne kadar uzun sürebileceğini..
orta ikideyken yeni eve taşınmıştık. bu yüzden yeni bir okula yazılmıştım. ve bu okulda tiyatro yapılacaktı. hoca beni de yazmıştı tiyatroya. tiyatrodayken esra diye bir kızla tanışmıştım. gözleri koyu kahverengiydi ve beline kadar uzanan dümdüz siyah saçları vardı. kendisi benden bir yaş büyüktü. ama yaş farkı önemli değildi. ben, o'nu seviyordum; o da benden hoşlanıyordu. aramız baya iyi olunca dayanamayıp benden hoşlandığını söylemişti. bende o'ndan hoşlandığım halde 'ben senden hoşlanmıyorum' demiştim. kalbini kırmıştım. çok iyi birisiydi, böyle yapmamam gerekirdi ama yapmıştım. o da ben o'nun kalbini kırınca, güzelim saçlarını kestirmişti, keşke kestirmeseydi...
benden sizlere tavsiye: asla bir kızın saçlarını kestirmesinde etken olmayın. ve o narin kalplerini kırmayın...
son olarak; esra, senden çok özür diliyorum. senin de kalbini kırmıştım. hayatım boyunca iki kez bir kızın kalbini kırmıştım galiba, ikincisi sendin. senin kalbini kırdıktan sonra eski tipim kalmamıştı ve yüzümde hep sivilceler çıkmıştı. bence bana iyi olmuştu, hatta azdı belkide. yoksa başka kalpler de kırabilirdim. ve seni asla unutmayacağım.çünkü ilk defa bir kızın saçlarını kestirmesine sebep olmuştum, bu kız sendin...
Eş eden ilah eşimle beni eş eylemiş, ki ikimizde ne şeytanıız, ne iblis, Tam sevişerek ibâdet ediyoruz, ezan sesi!... Günâh. Yakıştıramadım. Cemaatine toplu mesaj gönder bari. Bizi rahatsız etmeye hakkınız yok. Eşimle birbirimizi sevmeyi sonsuz hak eden bireyleriz. Aramıza gürültüyle giren iblistir... Bu ne küstâhlık. Günâh...