insan hep başına bin nasihata bedel bir musibet geldiği zaman mı anlar yaşamanın değerini? yaşarken tabuta girmenin saçmalığını ölüm hissiyle mi anlar anca?
hepimiz insanız, hepimizin zaafları, anlayışsızlıkları, anlamazlıkları var. kalınkafalıyız biraz hepimiz. kafamıza vura vura anlatmak gerekiyor bazı şeyleri. hoş, bazen o şekilde bile anlamıyoruz. neden diye sormaktan sıkıldım aslında, hayatı sorgulamak yersiz bir karşılık alamadıktan sonra, ama bir şeyi farkediyorum bu yaşımda yeni yeni. hala çok geç değil benim için, henüz saçımdaki beyazları bile örtmeye uğraşmadığım yaşlardayım: tek tük beyazlarımla barışık olduğum yaşlarda. ama bir gün gelecek aynada yüzüme bakınca gördüğüm çizgilerin hesabını tek tek vermem gereken zamanlar gelecek. o zamanlara gelmeden uyanmak yine de, hiç yoktan, iyi bir şey.
sabah annemin telaşını görünce kendimde senelerdir boşverdiğim bir şeyle karşılaştım: ben annem gibi olmak istemiyordum sözlük! herkes annesi gibi olmak ister, ama ben istemiyordum işte. sabahın köründe kalkıp akşamki misafirler için çocuklarımla yemek yerken çıkarmaya kıyamadığım tabakları, çatal kaşıkları çıkarmak istemiyordum. yarına bir şeyler saklamak istemiyordum. salondaki koltukların üzerinde misafirler geldiğinde kalkacak örtüler de istemiyordum. bir sehpanın tozunu almaktan onun üzerinde yemek yeme fırsatı bulamamayı da istemiyordum. ben bugünü yarına miras bırakmak istemiyordum. en basit örneklerdi bunlar, en gözle görünür örnekler.
peki ya gözle görülmeyenler. etrafına bakınca insan bir tuhaf oluyor. herkes mutsuz. herkesin yüzü düşmüş. vapurdakiler mutsuz, otobüstekiler mutsuz, trafikte yandaki arabanın içindeki kadın mutsuz. sıkılmış herkes yaşamaktan, bezmiş sanki. allah canımı alsın kurtulayım ifadesi var herkesin yüzünde. herkesin paçasından bir acelecilik akıyor. ama yüzleri bunu söyleyen insanların içleri bir o kadar uzak dışlarından. aslında manen herkes hayata sımsıkı tutunmuş. sadece farketmek için bir tetikleyici bekliyor. sanki biri ölsün de ben hayatımı geri alayım diye bekliyor. ya da sanki bir hastalığı bekliyor bugününe sarılmak için.
özel günler(!) için sakladığı eşyaları bile kullanmaz insan normal günlerde(!) halbuki, insan yarın öleceğini bilse onun için en özel gün bugün olurdu. yani, yarın öleceğinizi bilseniz sıkmaya kıyamadığınız o parfümü sıkmaz mıydınız? ya da küs olduğunuz, ama bir yandan da çok sevdiğiniz o arkadaşınızı gururu bir kenara bırakıp aramaz mıydızın?
sözün özü: eğer yarın öleceğinizi bilseydiniz her şeyi bir kenara bırakıp yaşamaz mıydınız?
bol bol ibadet etmeyi ön gören kelimeler bütünü. sözün devamı geldiğinde daha mantıklı oluyor."yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalış." devamından da anlaşılıcağı gibi önemli olan ortayı bulmaktır.
Osmanli sarayinda yeni tahta cikan padisahlarin kardeslerinin ve dahi ogullarinin yasadigi gibi yasamaktir . Her an bostancibasi elinde yagli kementle gelip bogazlayabilirdi cunku bu insanlari . Zaten pek coklarininda akibeti oyle olmustur .
...dun ancak bır dus
gelecek ıse sadece hayal
ama ıyı yasanan bugun,her dunu bır mutluluk dusu kılar.
ve her yarını bir hayal ümidi,
işte bu yuzden bu gune bak.
dogan gune selam ver hadi!
hayatı son gününmüş gibi yaşamak, bazı şeyleri artık daha anlayışla kabul etmektir. lüzumsuz kırgınlıkları umursamamak, gerçekten ne düşünüyorsan, ne hissediyorsan söylebilmektir. yıpranmadan, karşındakini üzmeden, lüzumsuz işleri boşverip. çünkü hayatımızın büyük bir kısmı söylemek isteyipte söyleyemediğimiz şeyleri düşünmekle geçiyor. ayrıca bu iş için hiç öyle hesapsız paraya filanda lüzüm yoktur. yarın ölecekmiş gibi yaşamak doya doya para savurup lüks içinde orayı burayı pançilemekte değildir. çünkü yarın ölecekmiş gibi yaşamak, hiç umursamadan doya doya çimlerde uzanmak, istediğin kıyafeti doya doya giyebilmek, günlerini kahkalarla süsleyebilmektir.