“insan, aradığı şeyin ne olduğu bilmezse bulduğunun ne olduğunu nereden bilecektir?” en başa bu gerçeği ekleyelim ki, kaybolan herhangi bir eşyamızın dahî hangisi olduğunu bilmezsek, onu bulduğumuzda bulduğumuzun o kayıp eşya olduğunu nerden bileceğizdir? kaldı ki yaratıcı! bu, bilimde yani, ilimde bir usuldür; ilim maluma tâbidir, bilinen ve bulunan aranır meselesi ki, bilim-ilim usulü yahut benzer sahalar hakkında az çok ihtisas yapmış herkesin bildiği en basit bir ilk bilgi...
bu meyanda -kökte- olmak üzere, vasat, sıradan allah inancı ile onu pascal gibi imam gazali gibi, spinoza, kant gibi bergson gibi muhyiddini arabi gibi emil butro, goethe vesair gibi aklını gere gere arayanların allah inancı aynı mesabede-yükseklikte değildir; bu bakımdan, hakikaten şüphe eden, ettiği şüpheyi sululuk ve goy goy malzemesi yapmadan yaratıcıyı sorgulamak büyük iştir, saygı duyulması gereken en ulvi ıstıraplardan birisidir.
yaratıcıya inananların anlaması gereken dava; şüpheyi yaratan, kuluna kendinden şüphe etmesi için akıl veren ve bu akılla kendisini sorgulaması için müsamaha gösteren de allah’tır! o’nun müsaade ettiği alanı onun adına darlaştırmak ve kapatmak herhalde muradına uygun bir iş olmasa gerek? neticede “zorlaştırmayıp kolaylaştırmak”, “korkutmayıp müjdelemek”, “nefret ettirmeyip sevdirmek” ilkelerinin vürud-geliş sebebi, insanlarının allah’ı ve peygamberi o zamanlar tanımadığı yemen halkı için muaz bin cebel’e (r.a) söylenmişti.
insanların, genel edeb kurallarına riayet ettikçe -ki bu her mevzu için geçerlidir- yaratıcıyı arama, ondan şüphe etme, onu sorgulama hakkı vardır ve inancını tek atımlık bir hap gibi yutmuş, allaha inanmış ya, ardından da ne tesirini kovalamış, ne aldığı hapın farkında olmayandansa, imamı gazali, necip fazıl ve benzerlerinin en büyük nefs muhasebeleri içinde, tek lokma yemek yiyemeyecek bir metafizik ürperti içinde olanların bariz farkını kim inkar edebilir!
nitekim, unutmayalım ki, bu ümmetin en büyüklerinden olacak, halifesi olacak, dünyada iken cennetle müjdelenen, fethettiği topraklar, tarihteki bütün islam devletlerinin fethettiği topraklardan daha çok olacak olan hazreti ömer bile bir zamanlar allah resul’ünün canına kast edecek bir hâlin içinde bulunuyordu.
inananlar, inandıkları için cenneti garantilemiş değildirler; çünkü itibar son nefesedir ve “iman üzere olanlar tehlikededir”.
son söz:
“orta malı bir yoldan iyi gelip hep iyi gitmektense, dikenli patikadan fena gelip ve hep fena gidip birdenbire tepeden inme bir doğruluşla kötülüğü ve karanlığı yenerek iyiye ve aydınlığa geçmek, bin kere üstün... zira bu şekilde, iyiyi, zıtların silip süpürme yolundan büsbütün kuvvetlendirmek gibi bir sır vardır. zıtlar arasındaki sır...”