Rüyamda Kabataşta bebeğim ve pusetiyle yürüyen bir anneyim.
Derken 80-100 kadar erkek, üstleri çıplak elleri deri eldivenli.
Pis geziciler diye haykırıyorum. Üzerime isiyorlar bebeğin pusetiyle kiriyorlar hakaret ediyorlar ohys boşaldım.
Yeşilçam-Holivut-bolivut artı ne kadar yeşillik, orman temalı ülke sineması varsa hürmetler öncelikle.
Arkadaş, insan her seferinde metraj metraj rüya mı görür?
Hadi gördü diyelim, bu derece absürd mü görür. Gel de yarılma.
Şu an zaten yeni fırından çıkmış bir rüya hasebiyle ardımdan deli kovalamış gibi sabahın şu saatinde burada yazıyorum.
Hayra yorarak yazalım.
Abi şimdi ben mesleğimi yapmaya karar vermek suretiyle Anadolunun hiç de ücra olmayan çok batı bir köşesine - ki içinden boğaz geçiyor. Nasıl şahane anlatamam - atanmışım.
Tarihi turistik yerleri geziyor falanım yani bir yandan rüyamda. Eskiden buralar dutlukmuş denilen yerler cidden dutlukmuş. Esiyor ayrıca, püfür püfür.
Kurumun karşısındaki kuruma minik bir operasyon için gidiyorum. Operasyon öncesi zaman geçsin diye koridor sonundaki çay ocağında oturup dururken çaycı bey ile kanka oluyorum hemen. Benim bi reno ts var yakıyor diyor. Kaportadan girip motordan çıkıyoruz. Canım sohbet iyi yahu hahahaaa diye gülerek bi çay daha kat abine bakayım kanka diyorum. Olur abi hemen diyor ve birden ortam değişiyor kendimi operasyon odasında buluveriyorum. Dişçi koltuğu desem değil bir garip düzeneğin üzerinde afedersiniz kendimi yarı çıplak bir hâlde yatar şekilde görüyorum. Başımda ateş-i sûzan afet-i devran endamı ziya bir hanım kız var. Tepkilerinden beni tanıdığını çıkarıyorum. Fakat kendisini ilk kez görmüş gibiyim. Ama öyle değilmiş yani vaziyetten bunu çıkarıyorum. Makastı neşterdi sargı bezi yara bandı pamuktu falan derken kendimi yine çay ocağında bu sefer kurumdan bir denyo ile sohbet ederken buluyorum. Dinlermiş gibi yapıyorum saygı çerçevesinde. Bi şekilde postalıyorum kendisini. Masada a4 kağıt ve 3 tanesi 5 liraya satılan çakma pilot kalemlerden var. Mürekkebi çok akar bunların.
Neyse efendim, kağıda el yazımın karakterini de katarak duygu ve düşüncelerimi içeren yarım sayfalık bir yazı yazıyorum ve o sırada operasyon odasında bulunan 3. Şahıs hatun kişiyi görür görmez, ucunu yakmayı unuttuğum kağıdı ateş-i sûzan hanım kızımıza vermesini rica edip çaycı beyle yarım kalan sohbete devam ediyoruz.
Birden yine ortam değişiyor. Ağaçlı çiçekli çimenli bir bahçenin içinde üzerinde pamukbank yazan bir bankta tek başıma oturuyorum bu sefer.
Mevzubahis postaya muhatap şahıs yanıma doğru geliyor. Çok öfkeli, yaka yaka geliyor. Senin elin ne yazmış adam, sen kim ben kim? Bu ne cüret diyerekten jilet gibi gönderdiğim kağıdı buruşturmak suretiyle kafama atıyor. Ve hooop ortam tekrar değişmesin mi...Bu sefer teknolojiyi kullanıp bir e-posta yazıyorum. Altına kestane kebap acele cevap yazarak send ediyorum. Aynı hızda ekranda you've got e-posta kutucuğunu görüyorum.
Bakınız abartıyorsam namerdim. Yazı uzun olmasın diye çoğu ayrıntıyı da yazmış değilim. Neyse mesajı açtığımda hanım kızımızın sitemli atarlı giderli sözleri çarpıyor yüzüme yüzüme.
Neymiş? Kendisi avrupalarda erasmuslarda okumuş. Neymiş? Nasıl kendisine bunları yazmaya cesaret edermişim. Neymiş? Ben onun kim olduğunu biliyor muymuşum. Neymiş? Doktor hasta ilişkisini suistimal etmişim ve bu Hipokrat yasalarına göre kabul edilemez bir durummuş.
Tam iki kelâm edecem pat diye ortam değişmesin mi :(
Kurumun karşısındaki kaldırımda öylece bekliyorum. Hanım kızımız kurumdan çıkıyor. O da ne? Gözlerime inanamıyorum. Çok şık bir trençkot ve bol bir pantolon ve yüzünün nurunu iyice ortaya çıkarmış başörtüsü ile yürüyor. Koşarak yanına gidiyorum. Yüzüme bakmıyor, öfke trip umursamazlık ne ararsan var. Git başımdan diyor sadece yanında kalmamı ister bir ifadeyle. Peşini bırakmıyorum, dinlemeli beni. Ve yine pat değişiyor ortam...yurt gibi bir yerdeyiz. Çok sade bir odada buluyoruz kendimizi. Odaya arkadaşları girip çıkıyor ve kimse benimle konuşmuyor. Herkes tuhaf biçimde yüzüme bakıyor ve tek kelime eden yok. Bak diyor bana ben yetimim. Buradaki herkes yetim diyor. Ellerini uzat diyorum, gözlerime bak...değilsin aslında diyorum. Farkında da değilsin. Birden kurumdaki çaycı bey tekrar ortaya çıkıyor. Senin ne işin var burada diyorum. iki bardak çay var elinde. Hanım kızımızla oturduğumuz yatağın başucundaki masaya bırakıp çıkıyor. Ve sonra yurtta kalan diğer kişiler odaya girip çıkmaya başlıyor. Bu kez hepsinin yüzünde bir gülümseme var.kimi masaya bir şeker kimi çiçek kimi minik kutular bırakıyor.
Ben ağlıyorum, oda ağlıyor, duvarlar ağlıyor o ağlamıyor...
iri gözlerini yüzüme dikmiş beni izliyor. Elimi tuttuğunu farkediyorum sonra.
Yüzüne dikiyorum gözlerimi. Ben yetimim diyorum ben öksüzüm...
Devam edecek inşallah. ( abi çok büyük bi rüyaydı yoruldum şu an)
Bir tane de ben yazayım.
işte ben ve babam evde oturmuş televizyondan mehmet ali birandın saddam hüseyinle alakalı belgeselini izlemiştik. Daha sonra rüyayı belgeseldeki bir f16 pilotunun gözünden görmeye başlamıştım. Ardından uçak düşmeye başlamıştı. Uçak düşeceği sırada sağ tarafta call off duty den general sheppard ve ghost bulunuyordu. Uçakta az ilerde düşmeye başlamıştı. Uçaktan indikten sonra ilerde düşmanlar görünüyordu ki öyle oyun başlamıştı. Düşmanların çoğu silahsızdı sadece birkaçı silahlı idi. Neyse böyle devam ediyordu ki etraf film setine dönüştü. ilerde arkası dönük bir şekilde kutsi, yağmur atacan, aysun kayacı ve birkaç figüran vardı. Dizinin adıda apartman idi. Neyse kameraman dizinin adı ne diye sormuştu. Bende doktorlar pardon apartman demiştim. Rüyadaki herkes gülmeye başlamıştı. Fin.
bir tanesi yarım saat önce uyanmadan hemen önce görülen.
istanbul'da bir arkadaşım var. hatun ile arkadaşlığımız taa 20 küsür sene öncesine, ortaokul yıllarına uzanıyor. Hala da yakınızdır.
Neyse efendim, istanbul'da, eski evin orda sokakta yürüyorum. birden karşı binaların birinden o, manitası ve bikaç arkadaşı çıkıyor. 5-6 kişi böyle.
onun manita da 1.60, kollar façalı, şive bozuk, tam bir fikirtepe kekosu. (kendisi gerçek hayatta çok tarz insandır, hayatta işi olmaz öyle tiplerle)
ben "aa naber yavrum?" diyorum. seviniyorum. keko delleniyor, "sen bi daha bu kıza mesaj atmayacaksın demedim mi leayyn!" diyerek üzerime yürüyor.
böyle kafasını kafama dayayarak "olum bak öldürürüm, bıçaklarım seni" filan yapıyor bana.
ben "lan bsg bu kim amk?" diye bunu itiyorum göğsünden, bu düşüyor kalkıyor. bana saldırmaya çalışıyor hala. 2 arkadaşı kolundan tutup götürüyolar bunu.
"bu kim amk?" diyorum. o "ya işte bu benim sevgilim. o biraz öyledir" filan diyor. kendisinin tipi de bir değişik. saçlar kahverengi kıvır kıvır filan. ama koyun gibi kıvır kıvır.
ben de içimden "vay be, çiçek de mal olmuş" diyorum.
sonra yerde gitar buluyorum, fenerbahçe şükrü saraçoğlu stadına gidiyorum, çimlerde gitar filan çalıyorum, bitiyor.
Tom Hardy ile Bülent ersoy, popstar alaturkada birbirine yürürken ibrahim tatlıses sahneye giriyor, "onu boşver bak kim geldi" diyor ve mustafa keser, dev takao'nun beybladeinden sahneye tepeden fırlatılarak sahneye iniyor.