matbaanın kuruluşuna dek, insanın kültürünü, bilincini ve diğer sahip olduğu değerleri diğer nesillere aktarmakta kullandığı en büyük araçtı. eski zamanlarda yapı, bir kitap gibiydi.. bir düşünce, fikir ya da koskoca paragraflar taşa oyulur, yedirilirdi. en ilkel zamanların bir iki kayadan oluşan yapıları zamanla gelişerek çoğalmış, katman katman içre geçmiş ve taş üzerinde hecelere ayrılmıştır. misal; 'karnak' başlı başına bir tümce olarak kabul edilmektedir, ya da süleyman'ın tapınağı yalnızca kutsal kitabın ciltleri değil, aynı zamanda kutsal kitabın kendisi de sayılmaktaydı. matbaanın yayılması ile birlikte, orpheus'un taştan harflerinin yerini, gutenberg'in kurşundan harfleri almıştır. *
Beş metre ötemdeki yapıya bakıyorum;
Kaç TNT'lik imgelemi vardı acaba
şirket mimarlarının, Berhava edildi
kokular, renkler. Koruluğun
kaçışan hayalleri. Yüzlerce fısıltı:
yani sır veriş ve yalvarış
gülümseyiş ve öpüş. Öfkeler de
vardı elbet. Aldatıldık, terk edildik
unutulduk da şöyle ya da böyle.
Anımsandık ve kutsandık
Yıllar önceydi. Denize inerken
çamların ve çınarların sesini
dinleye dinleye. Duvarın dibinden
fısıldadı berduşun biri
elinde bir şişe kırmızı Marmara:
"Kuşlar kalmayacak ve tanklar geçecek
ben öleceğim üç bahara kalmadan
bu ağaçların kökünde ve kurtulacağım
selam durmaktan."