" Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.
Ama görmüyorsun. Gece olmuş -insan neyi görebilir ki?
Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok,
diyor,
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.
Sadece bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun,
bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiç biri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri
Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana göstermekte
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim-
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip. "
(1909-1990) peleponez doğumlu yunanistanın en buyuk şairi.nazımın,nerudanın,aragonun ırmağının kanalıdır.tum muhaliflerle aynı izduşumü yansıtsa da ömrünün yazgısı susmayan,susamayan,susturulamayandır.ölgun sulara uzanarak görmezden gelinen,bilinmeyen,bilirek es gecilmiş karakterleri,durumları,nesneleri okuyucuya nakış nakış işleyerek zihne kazıyan bir guctur şiiri.asla kabalaşmadan,sloganlaşmadan lirik armoniyi ile dilinde ebem kuşağı yaratabilecek yetidedir.
kendinde konuşan ama asla kendinde susmayan bir parrhesiastestir.Bu yanıyla doğruyu söyler çünkü söylediğinin doğru olduğunu bilir ve söylediğinin doğru olduğunu bilir çünkü söylediği gerçekten doğrudur.aragon yuzyılın en buyuk şairlerinden biri olarak selamlarken, metaforunun imgelediği noktayı gösterebilme gucunu de hesaba katarak sözü yalın ve direkt muhatabına yoneltmesinin etkisinden bu unvanı layık görmektedir.
Sessiz gece. Sessiz. Ve sen vazgeçtin
beklemekten. Nerdeyse dingindi her yer.
Birden, orada olmayan kişinin o canlı
dokunuşunu duydun yüzünde. Gelecek.
Sonra kendi kendine çarpan pancurların sesi.
işte rüzgâr da çıktı. Ve biraz ötede,
kendi sesinde boğuluyordu deniz.
bırak ben de geleyim seninle. ne kadar da güzel ay
bu akşam! iyidir ay, iyidir, -kimse görmeyecek
nasıl da ağarmış olduğunu saçlarımın. ay
altın rengine dönüştürecek gene. sen de anlayamayacaksın.
bırak ben de geleyim seninle.
ay çıkınca, büyür evdeki gölgeler,
görünmez eller açar perdeleri,
piyanonun tozlarına unutulmuş sözcükler yazar
solgun bir parmak -duymak istemem onları. ne olur sus.
bırak ben de geleyim seninle,
biraz daha uzağa, fabrikanın duvarlarına kadar,
o beton, o göksel, o ayışığıyla badanalanmış,
öylesine kayıtsız, öylesine maddeden uzak,
öylesine gerçek ve neredeyse soyut kentin
göründüğü o köşebaşına kadar,
istersen inanabilirsin yaşadığına, yaşamadığına hatta,
istersen hiç yaşamadım diye düşün, inanma istersen
kendi deyimiyle; ''sırtında taşıyıp da başkalarına veremediği ışığı en büyük yük sayan'' şairlerden biri.
1 mayıs 1909'da yunanistan'ın peleponez bölgesindeki küçük bir köyde dünyaya gelir.
dünyaya geldiği süre içerinde yaşanılan toprak reformu ve feodal kalıntılara son verme umudu arasında ailesi maddi kayıplar yaşar.
maddiyatla yok olan ailesi kayıplarını vermeye başlar. annesi ve erkek kardeşi bu dönemde veremden ölür. ve kısa süre sonra bunun etkisinde kalan kız kardeşininde delirdiğini görerek tamamen yıkılır.
yıllar sonra çok etkisinde kaldığı bu olayı kız kardeşimin türküsü olarak olarak edebiyat dünyasına armağan eder.
şiirde küçük kardeşine; ''yalnız senin gözlerinin pınarı susuzluğumu dindirebilir ve hayatıma baharı getirebilir'' şeklinde seslenir yüreği.
liseyi bitirip atina'ya yerleşir. burada kendi görüşlerini ve düzeni sorgulamaya başlarken o da tıpkı annesi gibi ciğerlerini vereme teslim eder.
ama ritsos tedavi için gittiği hastanede bile susmaz. şiirin yanı sıra resim, heykel ve müzikle de ilgilenmeye başlar.
öte yandan marksizmi benimser.
ve ilk şiir kitabı traktörler'i 1934 yılında yayınlar.
1935 yılında ise piramitler gelir edebiyat dünyasına.
ama ona asıl şöhreti getiren epitaphios olur. bu şiiri yunan devrimci hareketinin marşı olur.
bu süre zarfında dikta rejimine karşı eserlerini yayınlamaya devam eder şair.
1938 yılında ilk yaz senfonisi ardından 1940 yılında okyanusun yürüyüşü ve 1942'de yağmur ritimli mazurka gelir.
yunan iç savaş döneminde, siyasi düşünceleri nedeniyle 4 yıl sürgün yaşar. bu süre zarfında toplama kamplarında yaşar ve bizlere uyanıklık ve dünyanın mahalleleri kitaplarını armağan eder.
1952 yılında ise tekrar atina'ya döner.
''her birimiz aşka tek başına gidecek, kadere ve ölüme tek başına'' dizelerinin yer aldığı ay ışığı sonatı şiiriyle 1956 yılında ulusal şiir ödülünü alır.
1958 yılında yabancı ile yaşlı kadınlar ve deniz kitabını yayınlar.
daha sonra tekrar gelen dikta rejimi onu ve bir çok aydın yazarı tekrar sürgüne atar.
ve bu sırada 1981 yılında özdemir ince'ye röportaj verir.
tarihe geçen ise dönemin başbakan yardımcısına verdiği sözler olur .
kendisine bir şair olarak neden siyasetle ilgilendiğini soran başbakan yardımcısına cevabı kendisi kadar diktir.
''bir ozan önce vatandaştır ve politikayla ilgilenmek onun en asil görevidir''.
9 defa nobel ödülü'ne aday gösterilir fakat asla ödülün sahibi olamaz. ve 1977'de lenin barış ödülü'nü alır ve belirtir; ''bu ödül benim için nobel'den daha değerli''dir der.
not: copy paste değildir. tamamen bana aittir. hoş bu da asla okunmayacak ya neyse..
Ağustos mehtabı ışıyor mutfakta
kalaylanmış bir tencere gibi (sana bu söylediklerim
yüzünden öyle görünüyor),
boş evi ve evin diz çökmüş sessizliğini aydınlatıyor-
sessizlik hep öyle diz çökmüş gibi kalıyor.
Her sözcük bir geçittir
bir buluşmaya, çoğu zaman vazgeçilen,
işte o zaman doğrudur o sözcük; buluşmakta direttiği zaman.
biliyorsun,ölüm diye birşey yok,diyor adam kadına.
biliyorum , evet artık öldüğüme göre,diyor kadın
iki gömleğin de ütülendi ,çekmecede,
sadece küçücük bir gül benim özlediğim
(çev:cevat çapan)