Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.
Ama görmüyorsun. Gece olmuş -insan neyi görebilir ki?
Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok,
diyor,
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
bir şey yok sana gösterdiğim yerde.
Sadece bir araya gelmiş yıldızlar, yorgun,
bir kır eğlencesinden kamyonla dönen insanlar gibi,
hayal kırıklığına uğramış, aç, hiç biri türkü söylemeyen,
terli avuçlarında ezik yaban çiçekleri.
Ama ben direteceğim, diyor, görmekte ve sana göstermekte
çünkü sen görmezsen, sanki ben de görmemiş olacağım-
hiç değilse senin gözlerinle görmemekte direteceğim-
ve belki bir gün buluşacağız başka yönlerden gelip.
Biliyorsun, ölüm diye bir şey yok, diyor adam kadına.
Biliyorum, evet, artık öldüğüme göre, diyor kadın.
iki gömleğin de ütülendi, çekmecede,
sadece küçük bir gül benim özlediğim.
20. yüzyıl yunan şiirinin büyük ustalarından ritsos, 1909'da peloponnesos monemvasia'da doğdu. on yedi yaşında atina'ya gitti. ilk şiirlerini bu dönemde yayımlamaya başladı. epitaphios (1936) adlı kitabı, atina'daki zeus tapınağında törenle yakıldı. siyasal görüşleri yüzünden metaksas ve papadopulos dönemlerinde ege adalarında sürgün olarak yaşadı. ayışığı sonatı (1956) adlı kitabıyla ulusal şiir ödülü'nü, 1976'da etna-taormina şiir ödülü'nü ve pek çok uluslararası ödül kazandı.
ritsos, eğretilemelerle örülü şiirlerinde, yunanistan coğrafyasını arka plana alarak, yurtseverlik duygularını işledi. insanın günlük yaşamdaki durumuna yaklaşımı, nesnelere duyduğu sonsuz ilgi, ayrıntıları bütün yalınlığıyla yansıttığı kısa şiirlerinde iyice belirginleşir.
11 kasım 1990'da atina'da öldü.
bir sözcük o
bir şey bilmiyorum - dedi - bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o'dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım-
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgâra-
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında - yalnız bir sözcük:
özgürlük, özgürlük, özgürlük.
yavaşça
çukuru ölçtük, kirecin içine attık ölüleri;
sonra en ince ayın altında kayığa bindik,
dördüncü arkadaş demir kutuyu kucağına almış,
sanki içindeki gizli bir ateşten ısınıyormuş gibi
üstüne eğilmişti. duman yükselmedi,
öylece kaldı suların üzerinde.
yağmurda
yağmurda yürüyor. hiç acelesi yok.
islak parmaklıklar parlıyor. gizli bir
kızıllıkla kararmış ağaçlar. ağılın
bir köşesinde eski bir otobüs tekerleği.
mavi ev alabildiğine daha mavi.
hiçlik böyle aydınlanıyor demek. taşlar
düşüyor.
eller kapanıyor. boş bir dosya
yüzerek yaklaşıyor nehirde. ama senin adın
belki de dosyanın öbür yüzündedir.
çiplak
burada, karmakarışık odamda,
toz tutmuş kitaplarla
ölü ve dalgın bakışlar,
bir çelenk
yapraklarla gizlenmişti yüzün.
birer birer kopardım yaprakları sana yaklaşmak için.
son yaprağı kopardığımda, sen gitmiştin. sonra
bir çelenk ördüm kopan yapraklardan. kimsem yoktu
verebileceğim. ben de çelengi alnıma yerleştirdim.
bu duraksayan gölgeler arasında,
bir ışık sızıntısı;
o gece durup
çırılçıplak soyunduğun yerde.
Bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede diye başlayan,müthiş güzel eserlerin sahibi yunan sair.siirin devamini yazacak mecalim yok fakat okunmasini tavsiye ederim.