peyami safa'nın insan psikojisini derinlemesine didiklediği ustalık eseri. öyküleme ve betimlemelerin bu kadar somutlaştığı, bu kadar tad verdiği başka bir eser daha okumadım. büyüksün peyami amca. huzur içinde uyu...
Peyami Safa’nın son romanı olan Yalnızız, roman kahramanlarının kişisellikleri ve toplumsal uyum sağlamak üzere edindikleri takdim arasındaki çatışmayı konu alıyor. Bazı karakterlerin bu çatışmadan ötürü, anlam arayışında yaşadıkları buhranları ve yalnızlıkları anlatılıyor. Safa, güçlü ruh tahlilleri ve sıra dışı kurgusuyla Modern Türk Edebiyatı’nın öne çıkan eserlerinden birini kaleme alıyor.
Kitabın kahramanı Samim, sadece mükemmelliklerden oluşan bir diyar hayal eder: Simeranya. Simeranya onun zihninde tahayyül ettiği bir sığınaktır adeta ki hayal kırıklıklarından ve yalnızlıktan kaçmak için buraya sığınır. Simeranya’da Samim mutluluğu sadece materyal hazlarda arayan insanlardan uzaklaşabilir. Safa her romanında olduğu gibi Yalnızız’da da madde ve ruh, doğu-batı gibi dikotomilere eleştirel bir yaklaşım sağlayabileceği bir kurgu yaratıyor.
-zengin bir hayal içinde meçhul, daima malumun en korkunç rakibidir. ben malumum. yani sayısız imkanlar arasında gerçekleşmiş ve donmuş bir imkanım. ben bir şeyim, meçhul her şeydir. fakat unutma ki, ben varım; meçhul yoktur. o, sadece olabilir, fakat olmayabilir de! ben bir realiteyim, o bir imkandır. bu farkı anlamayan bir aşka sen beni inandıramazsın.
-vaktim olsaydı, bütün kitabı tercüme etmek isterdim. manasız bir tesdüfle Nietzsche öldüğü gün, ben doğmuşum. onun ruhundaki hidayetsiz dehşet ve cürete varis olmadığım halde, fikirlerinin barutunda, benim özlediğimin zıddı bile olsa, bambaşka bir dünyaya hasret çeken zekaların ihtilalci soyundan olduğumu bana haber veren bir dinamizmin içimdeki isyan kaynaklarınına tıpatıp uygunluğu var.
-kendi kendimden nefretimin çerçevelediği ve çirkinleştirdiği bir dünyada yalnızım.
-tamam Alaaddin sen hukukçusun, fakat sertleşmiş zihin şemaları içinde rahat etmeyen ve daha geniş kımıldama sahaları isteyen bir ruhun vardır. kelimenin üstüne bastın: yalnızım, yalnızız. bak, bu infirat romantizmi anladın mı? geçen asrın şairlerini isyan ettiren bu infirat romantizmi, daha önceki asrın insan haklarına temel yaptığı bir infirat ideolojisine karşıdır. bu, işte, yakıcı ve boğucu yalnızlık korkusu, bu müthiş fobi, ferdiyetler nizamı üstüne kurulmaya doğru her gün biraz daha fazla giden yeni nizamların ben'ler arasındaki mesafeleri açarak ruhların birbirlerine intikallerini ve kaynaşmalarını mümkün kılan polipsişik bir havadan onları mahrum etmesidir. bu egosantrik insan telakkisi, butun aşıkları anlaşmazlığa düşüren ve kine çeviren ters bir disiplin doğurmuştur. yalnızım, evet, herkes yalnızdır, yalnızız. bunun geçen asırdaki edebiyatı çok zengin. hatta unutulmuş bir temdir artık. fakat unutulmaması halledildiğini göstermez. bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor. hatta kendi kendimizle mücadelelerimizde bile kendilerimiz -cunku bak, "kendi" var icimizde-birbirine karşı yalnızdır.
Üniversitede türk dili dersinde okutulmustu ama gerçekten güzeldi. Özellikle finali. Büyük büyük konuşan bir abi vardı. Adını hatırlamıyorum ama sevmiştim.
tek kelime ile şahaser. yazarlar kesinlikle dahi olmalılar. ben üç cümleyi zor kuruyorum adam neler kurmuş kafada. bu arada yazarlar derken günümüzün blog yazarlarından devşirmeleri kastetmiyorum.
93.sayfadayım. çocuk samimden değilmiş, aç adamdanmış. klasik türk dizisi kıvamında günlerce çocuğun kimden olduğunu merak ettirdi. fena kitap değil ama ağır bir dili var. (bkz: Simeranya)
Hakkında daha ayrıntılı düşünüp bu entryi düzenleyeceğim uygun bir vakitte. muazzamlar, muhteşemler ve harikalar aklımı karıştırdı. Beğendim ben de beğenmedim değil ama ne bileyim, bilmiyorum.
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...
Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
iki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
incecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
ilk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...