Az önce bir arkadaşla konuşuyorduk. (Bu aralar arkadaş çevrem çok değişti ama bu başka bir entrynin konusu.)
Arkadaşım durup dururken "yalnızız'ı kim yazmıştı ya?" diye sordu.
-peyami.
-Hah işte peyami'ydi.
-Neden sordun?
-Aklıma geldi. Yalnızız'ı ilk okuduğumda eh işte fena hikaye değil dedim. ikinci okuduğumda oha lan ben bunu nasıl kaçırmışım dedim. Üçüncü okuduğumda peyami'nin anlatmak istediğini anladım.
-Ne anlatıyomuş?
-eh kendi anladığım kadarıyla tabi.
-Anlat bakalım.
-Yalnız olmadığını sandığımız insanlar o kadar yalnız ve yalnız olduğunu sandığımız insanlar o kadar yalnız değil ki çözemiyorlar yalnızlığı.
-Neden böyle?
-Yalnız olduğunu anladığın anda kendin oluyorsun artık. Etrafında insanlar toplanıyor. Ama yalnız olmadığını zannettiğinde bir başkasısın.
Ben bitirmedim Yalnızız'ı. O yüzden bilmiyorum ne kadar haklı. içimi sıktı yarım bıraktım. içimi sıkan kitabı yarım bırakma lüksünü yaşadığım birkaç kitaptan biri.
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.
Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...
Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...
Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
iki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
incecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...
Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
ilk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...
Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...
Hakkında daha ayrıntılı düşünüp bu entryi düzenleyeceğim uygun bir vakitte. muazzamlar, muhteşemler ve harikalar aklımı karıştırdı. Beğendim ben de beğenmedim değil ama ne bileyim, bilmiyorum.
93.sayfadayım. çocuk samimden değilmiş, aç adamdanmış. klasik türk dizisi kıvamında günlerce çocuğun kimden olduğunu merak ettirdi. fena kitap değil ama ağır bir dili var. (bkz: Simeranya)
tek kelime ile şahaser. yazarlar kesinlikle dahi olmalılar. ben üç cümleyi zor kuruyorum adam neler kurmuş kafada. bu arada yazarlar derken günümüzün blog yazarlarından devşirmeleri kastetmiyorum.
Üniversitede türk dili dersinde okutulmustu ama gerçekten güzeldi. Özellikle finali. Büyük büyük konuşan bir abi vardı. Adını hatırlamıyorum ama sevmiştim.