sabah uyandım, saat her zamanki gibi 9u 20 geçiyor. neden bilmiyorum tam bu saatte gözümü açarım hep. kıpırdama ihtiyacı duymadan duruyorum öylece yatakta, sol tarafıma dönüp gülümsemeye başlıyorum. o anda mary'de uyanıyor çünkü, mary green, benim hayalimde büyüttüğüm kadın. genç yaşına rağmen dünyaca tanınmış bir oyuncu o, ödülden ödüle koşuyor, bembeyaz bir teni yeşil gözleri ve beline kadar gelen simsiyah düz saçları var. babası isveçli 10 yıl orada kalmışlar ama iş yüzünden 8 yıl önce amerika'ya gelmişler, mary 19 yaşındayken saldırıya uğramış ve babası onu korumak isterken ölmüş. bu hikaye tüm dünyanın canını yakıyor tabi. çok seviliyor bu yüzden, basketbolcu bir sevgilisi var adı david. gülümsüyorum uyanınca, çünkü dün gece david'le güzel bir gece geçirdik ve uyanınca yanıma döndüğümde david'i bana bakarak gülümserken görüyorum. sarılıyoruz ve uzanıyoruz öyle, acelemiz yok çünkü istediğimiz kadar kalabiliriz o yatakta. saat 10a yaklaşırken kalkıyorum yataktan, david beni çekiştiriyor ama hadi diyorum, tüm gün yatakta geçiremeyiz? yere saçılmış kıyafetlerim üzerinden banyoya gidiyorum, uzun sayılabilecek kıvırcık saçlarımı adam etmeye çalışıyorum. mary'nin böyle dertleri yok tabi, o yüzünü yıkarken david gelip arkadan sarılıyor ve beraber dişimizi fırçalıyoruz.
kulaklığımı takıyorum. hep aynıdır, tüm gün bitiririm şarjını, 200 şarkılık bir listem vardır ve her gün baştan aşağı dinlerim hepsini. gece olunca şarja takarım, sabah full dolu şekilde yeniden benim olur. en sevdiğim eşofmanımı giydikten sonra mutfağa giderim. nil karaibrahimgil eşliğinde buzdolabını açarım ve her sabah yaptığım gibi tereyağı ve iki tane yumurtayı çıkarıp tezgaha koyarım. tava ocağın üzerinde hazırdır çünkü hep aynı şeyi yediğim için son zamanlarda yıkama ihtiyacı duymuyorum. tereyağını eritip yumurtayı kırdıktan sonra dolaptan en küçüğünden bir tabak çıkarırım, sonrası hep aynı, bir dilim peynir ve 3 dilim salam kesip tabağa koyarım, o sırada bir bardak su kaynatırım artık çayı demlemeye ihtiyaç duymuyorum sallama çay yapıyorum. bu işler bittiği zaman tam yumurtanın pişme anıdır. çayımı alıp balkona çıkıyorum, karşıda belediyenin dün yine almadığı çöp yığınları var ama umrumda değil. nasıl birşeyse artık, kahvaltıyı yapmaya başladığım an bruno mars'a geçer sevgili emektar mp3üm. balkonumuzdaki rüzgar saçlarımı dağıtıyor hafiften, başımı öne eğip gülümsüyorum çünkü david bana çocukluğuyla ilgili komik bir anı anlatıyor ve onu izlerken kahvaltı yapmak çok eğlenceli. yavaş yavaş, hiç acele etmeden bitiyorum kahvaltımı. salamın son küçük dilimi, son parça peynir ve yumurtanın sonunu aynı anda bitirmek gibi bir yeteneğim var, bulaşığı alıp mutfağa götürüp birikmişlerin yanına koyuyorum. tam o anda arkadan gelip sarılıyor bana, bu da hiç doymaz mı ne? o saatlerde de kedim ayağıma sarılır yemek vereyim diye, ona yemek verirken david'le mary sabah aşklarını tazelerler. içeri gidip sigaramı alıyorum, kaç aydır parliement içmeye başladım ama tüm paramı sömürüyor allahsız. balkona yeniden çıkınca telefon çalıyor, bakıyorum annem. 'ah be anne' diyorum, tamda seviştikten sonra keyif sigaramı içecektim. bir kaç yarım yamalak cevaptan sonra kapatıyorum telefonu. önemli işlerim var daha.
bir süre amaçsız bir şekilde dolanarak müzik dinledikten sonra bilgisayara bakıyorum. açmaya mecalim var mı diye düşünüyorum, binlerce hayranımdan gelen mailleri okumaya başlasam mı? kısa bir tereddütten sonra laptopı kucağıma alıyorum, aslında '0 mesaj' yazmıyor orda, ben okumakla uğraşamayacağım için kaç mesaj varmış bakmamaya çalışıyorum. david antreman yapmaya gitti ve benim saatlerce zamanım var. sıkılıp kapatıyorum bilgisayarı, salona gidiyorum. kapıyı açar açmaz 'kahretsin' diye bağırıyorum, aslında küfür ediyorum ama türkçe'ye öyle çevriliyor o. okumaktan paramparça olan biricik kitabım fıght clup rüzgarın etkisiyle her tarafa dağılmış! altını fosforlu sarı renkle çizdiğim sayfalar parlıyor, eğilip toplamaya başlıyorum. orda bob'la geçen bir sahnede altını çizdiğim bir söz var;
' hayatta sahip olduğunuz ve olacağınız her şeyin bir gün çöpe gideceğini farkettiğiniz zaman ağlamak çok kolaydır.' gülüyorum kendi kendime, tyler diyorum, hayatta hiçbir şeye sahip olmazsan ölümü düşünürken gülmen çok kolaydır.
odama gidiyorum üstümü değiştiriyorum. saçmasapan bir şekilde uzar bu sahne bende. ne gerek varsa? kulağımda müzik ve yüzümde gülümsemeyle sokağa çıkarım, yoldan geçenler bana bakarlar ve onların yüzüne gülümserim. görseniz dünyanın en mutlu insanı sanırsınız. her gün geçtiğim yollardan dönerim, köşedeki parktan sola, 500 metre ilerden yine sola. birden biri arkamdan bağırıyor; 'katniss, katniss!'. bu hayranlar bana rahat vermeyecek mi? imza atacak hiç zamanım yok valla. o sırada koşarak arkadan yetişiyor, liseden arkadaşım orhan'mış. 'napıyosun kız yüzünü gören cennetlik' diyor. yapma diyorum içimden, bu hayata dönmek istemiyorum, mary'im ben.
- iyiyim ya sen napıyosun, ya pardon benim biraz acelem varda o yüzden koşuyorum kusura bakma.
+ yok ya sorun değil öyle görünce bir yanına gelmek istedim, görüşürüz o zaman sonra.
gülümseyerek bakıyorum, görüşürüz.
aceleyle hiçbir zaman olmamış işime gidiyorum. sonunda geldim, 1 yıldır devam eden inşaat. her gününü takip ettim neredeyse, neden bilmiyorum. artık her gün yürüyüp haline bakıyorum, artık boyamaya başlamışlar. gülerek yanından geçiyorum ve 10 dakika sonra eve geliyorum. üstümü değiştirip ev için güzel kıyafetler giyiyorum, yemek yapmaya başlıyorum, yemekte tavuk var david'in en sevdiği şey. saatlerce onunla uğraştıktan sonra bitkin düşüyorum ve uzanmaya gidiyorum. uyandığımda akşamın 9u olmuş. yapma diyorum kendi kendime, yapma. david'le mary'nin yemeğini kaçırdım. televizyonda güzel bir film var, film izliyoruz hep beraber. pakete bakıyorum, tek sigara kalmış. olsun diyorum çıkınca alırım şimdi. o son kalanıda yakıyorum, sokaktan geçenleri izliyorum. yine karşıdaki iki katlı evin sahipleri kavgaya tutuşmuş tüm mahalle inliyor. hayır, aslında onlar david'in en yakın arkadaşlarının akşamki maçlarının televizyondan gelen sesleri. şarjım bitmek üzere, mp3üm kapanacak ama benim hala uykum yok. şarj bitince uyumam gerekir. kalkıyorum, etrafı toparladıktan sonra açıp kitap okumaya başlıyorum.
'yalnızsın değil mi' diyor madonna, tamamen yalnızım, ama berlinde değil, tüm dünyada yalnızım diye cevap veriyor adam. küçükten beri.. bende yalnızım diyor ve bu sefer ellerini kendi avuçlarının içine alarak, boğulacak kadar yalnızım diye devam ediyor. hasta bir köpek kadar yalnız..
gözümden bir damla yaş düşüyor, belli etmemeye çalışıyorum çünkü david görürse üzülür. kalkıyorum ve yüzümü yıkıyorum, üstümü değiştirip mp3ü şarja takıyorum. telefonu takmama gerek yok çünkü o hiç bitmiyor. ışığı kapatıp giriyorum yatağıma, david'e belli etmeden ağlıyorum, yorgunluktan bayılana kadar ağlıyorum. sonra bir an durup, kahretsin diyorum kahretsin. sigara almayı unuttum.
sabah seviştikten sonra ne yapacam ben şimdi?
yıllar sonra gelen edit; aradan çok zaman geçti sözlük, aşık oldum, hayatımı verdim, terkedildim. mezun olamıyorum ve hayatım yavaş yavaş korkunç bir kısır döngüye girmek üzere. ve ne var duymak ister misin?
her sabah kalktığımda her zamanki gibi tereyağında yumurtamı pişirip çay demliyorum, müzik eşliğinde boş boş dolanırken, rosemary'im bu sefer.