başlığı açarken çok düşünmedim nedense.. ilk aklıma bu geldi ve açtım. satırlarıma başlarken gözümden dökülen yaşların haddi hesabı yok diyesim geliyor. sonra bunu okuyan iki ya da üç kişi bunu acındırmak olarak algılayacak diye düşünüyorum. moralim yerle bir.. o da ne demekse.. ki o kadar inandırıcılığımı kaybettiğime inanıyorum bazen. bazen her şey yok oluyor. yalnızlığının acısında eriyorsun. o acı seni çok yakıyor. hep başbaşa kalıyorsun kendinle. neye inanacağımı şaşırdım tarzı bakışlardan bıktım şu sıra. kendimden bile şüphe eder oldum. ben bu değildim, bu olmamalıyım. olmamalıydım. hüzünlü şarkıların arkasına sığınmamalıyım artık. toplamalıyım kendimi derken acılara bir yenisi ekleniyor.
ölümler, ayyrılıklar, beklentilerin gerçekleşememesi, ve anlaşılmaz olmak bla bla kötü niyetin esiri olmuş hepsi ve gitmiş. insanlık sönmüş en başta bende! sonra çevremde. bende sönüp biten insanlık çevreme yayılmış çoktan bile. kimse toplayamıyor. kimse tam doğru değil ki beni yargılarlarken bile. sonra onlara; gökte üç ay değişene kadar benim ayakkabılarımla yürümelisin önyargımı da kuramıyorum cümle içerisinde. sonra ezikleşiyorum, kayboluyorum. anlatmak istediklerim düğümleniyor boğazımda, yüreğimde tamamen bir acıya dönüşüyor o. sobanın ayağı eğri kalmış, yanmıyor. ama ayağımda öyle bir buz ki o hiç de o kadar soğuk olmayan gecede. ayaklarımı hissizleştirecek derecede soğutan yüreğimdi. ısıtamıyorum. yardımcı olmuyor bana hiçbir şey, hiçbir kimse. boğuluyorum işte. ama buz gibi bir su hepi topu. sıyrılamıyorum. ısıtamıyorum onu. komik gelecek ama işemek istiyorum içine ısınmak için. onu bile beceremiyorum, öyle bir aşamadayım ki.
ve bardağı taşıran nokta o son sözler.. "iyi niyetin önemli değil, önemli olan icraatın".. bardak mı kalmıştı ki bende.. kırılmıştı buz gibi sudan. ilk kez soğuk bir su bir bardağa çatlattı hem de darbe almadan. evet kimse darbe vurmadı. o çok saçma bulduğum büyücünün tezi de buydu, "çok iyi niyetlisin, çok darbe alacaksın hayattan!" ama darbeyi ben almadım. darbeyi ben vurdum. en acı tarafı da bu galiba.
yanlışlarımla yoğrulmaktan bıktım usandım ama. daha ne kadar dayanır bu yürek bilinmez... tek istediğim yanlışlarıma rağmen elimin tutulması ve yanımda sessizce oturulması. biliyorum herkes benim iyiliğimi istiyor, çevremdeki herkes. ama ben o iyilikleri bulmayı beklemek yerine kendim kendime bir şeyler yapmalıydım. yapamadım, yapamıyorum, uzunca bir süre de yapamayacağım galiba. korkuyorum artık. her şeyin bombok olmasından hepten. çok yalnızım zaten. sevgilim de terk etti, arkadaşım da. iki acıyı aynı günde yaşadım. hatta arkadaşım sandığım kişi de beni satmış. sonra öbür arkadaşım da ona inanmış satıcının peşinden gitmiş gibi. tasvirlemenin ötesinde; işin özeti bu!
ayaklarım ısınır gibi oldu, rahat mıyım? bok gibiyim! her şey bok gibi.
kabirde yaşanacak olandır. ne anneniz ne de babanız ne de hayat arkadaşınız yanınızda olacak. sadece siz ve dünyada yaptıklarını iyi veya kötü baş başasınız.
hangimiz bilebilirdi ki birgün birimizin çekip gideceği ? gitmekle kalmayıp sözlerimizi, umutlarımıza peşkeş çekecegimizi hangimiz bilebilirdi ?
yapayalnızız sessiz şehirlerde artık. günahlarımızla, pişmanlıklarımızla kavga ediyoruz. yastıklara ağlıyor, soğuk ellerimizi ovuşturuyoruz yine kendi elimizle. bütün sevdiklerimizi kırıyoruz belki de, yüzlerine yalnızlığımızı başka sebeplere bağlayarak haykırıyoruz.
kim bilebilir belki de herkesin yüzüne gülüyoruz umarsızca, yapılan bir konuşmayı bir espiri anlamasakta gülüyoruz belki.
ama bu gülme bizi ikna etmiyor, biliyoruz ki bitecek bu dakikalar ve yine biz ikimiz aynı şekilde, aynı yoldan, aynı adımlarla, kaldıgımız yere geri dönerek yüzümüzü dökecegiz boş duvarlara.
en çok bir kavga esnasında anlaşılan acıdır. karşında üç, dört kişi vardır, sen yalnız bir adamsındır, şöyle eşek sudan gelinceye kadar bir dayak yersin ki acısı en az on beş gün çıkmaz. fenadır fena.
aldığın her nefesin akciğere değil bizzat kalbin en derinlerine inmesidir. kalbinden duyarsın her soluk alıp verişini, duyacak başka bir ses yoktur zira.