sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş, altın zincir, fasulye pilakisi
ardımızda görevliler, ekipler, hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpcülerin elleri
çöpcülerin elleriyle okşardım seni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
dustuğum yer öyle açık seçik ki
başucumda bi sen varsın bi de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
Elif gibi yalnızım! Ne esrem var, ne ötrem.
Ne beni durduran bir cezmim,
Ne bana ben katan bir Şeddem,
Ne elimi tutan bir harf,
Ne anlam katan bir harekem...
acı çekmek için ayyaş olmak,
bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu,
ama acı çekip ayyaş olunabilirdi.
bir süre, gençlikte özellikle,
talihin senden yana olduğunu sanabilirdin,
bazen senden yanadır da gerçekten.
ama senin farkında bile olmadığın ve;
senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır,
her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.
bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin,
sensin o ucuz pansiyon odasında olan,
ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz,
daha da kötüdür hatta,
çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır.
bir sigara daha yakmaktan,
bir içki daha içmekten,
o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz,
bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.
(charles bukowski)