yalnızlık korkusu hep var olan bir korkudur ve insanlığın en doğal içgüdüsüdür aslında.. toplumların ve toplulukların temeli değil midir, insanların kendi benzerlerine ihtiyaç duyması ? milliyetçilik dediğin nedir ? siyaset ? fanatizm ? ve hatta bazıları için din bile? bir sığınak..
bireyler içinde böyle değil midir? onlarca entry cinsellik adına.. hatta binlerce.. neden ? çünkü bu her bireyin verdiği bir savaştır yalnızlığa karşı, ve insalar savaşlara farklı yaklaşır.. kimisi kendi kazanmışlığının verdiği gururla övünerek, kimisi gülümseyerek, kimisi vurdumduymazca, kimisi azmışcasına atılarak, kimisi ürkerek..
bu savaşa katılmasa bile, her insanın tutunacağı bir kendisi vardır, içinde saklı, hiç kimseyi bulamadığı zaman ve tutunacak tek bir dalı bile kalmadığında ellerinin uzandığı.. dertleştiği, sevdiği, saydığı.. ama aslında o da kendisi değil, olmak istediğidir.. toplum içinde hayat bulan, şekillenen kendisinden hep bir adım önde olandır.. kendisi olaylarla, zamanla uğraşırken o etraftan birşeyler toplayıp biriktirmiştir... ona sarılır onun peşine düşer ve bu durgun zamanda onunla yol alır bi müddet insan.. bu müddet uzadıkça ona yaklaşmaya ona benzemeye başlar ki işte o zaman tehlike çanları çalmaya başlar, çünkü tek bir olduklarında artık o da olmayacaktır, ve bunun adı yalnızlık olacaktır.. bu noktaya gelmeden her insan tekrar topluma açılır, bir şekilde birilerine karışır, kendisi yavaş yavaş ilerlerken, içindeki yine birşeyler toplamaya başlar etraftan, bir sonraki beraberlikte paylaşmak için..
kısacası özünden gelen bu korkuyla, her ne pahasına olursa olsun yalnız kalmaz..
bugün yanımızda olanların bir gün kesinlikle gideceğini, yine yalnız başımıza kalacağımızı ve yalnız öleceğimizi kabullenebilmiş bedenlerin gösterdiği, gayet zor elde edilebilen bir özelliktir.
simdi konuya biraz baliklama atlayacagim benden tanim falan beklemeyin . yalnizlik bilinci insan dunyaya atim attigi an baslar. daha dunyaya selaminaleykum dedigi devirde. bizler kendimizi yalniz olmadigimizi yutturmak icin elimizden geleni yapariz. kimimiz isine gucune verir kendine , kimisi ise bir kitleye aatar kendisini kimisi karsi cinse baglanir ve hayati zebun eder. ama yalnizlik öylemi . herseyden önce özgürsündür. istedigini yapmakta hürsün. istedigin yerde kendinle basbasa kalabilirsin. hayati bir oyun olarak görebilirsin. kendinle arkadas olursun. cunku cagimizda özellikle toplum icinde bulunmak ve toplumla cebellesmek ve onlarin dangaliklarina ya sabır cekmek icin evliya sabrina ihtiyac vardir. mesela atiyorum cumartesi gunu caniniz taksime inmek istedi söyle bir dolasmak icin. ama o zevki tatmak ne mumkun. cunku yolda bile yuruyemezsiniz. birazda sinirli bir yapiya sahipseniz vay anam vay... izle gümbürtüyü. herneyse ne diyordum?... yalnizligin birinci avantaji istediginiz hayati yasabilmektir. ama bunun maddi özgürlüge malik olmak lazimdir. maddi kaynaklari iyi kullanmayi bilmek lazimdir. fakat biz insanlar cogumuz öyle aman aman zenginlige sahip degiliz. hadi onu gectim daha mal varligimiz cebinde olandir ibaresinde olan cok insan var. ne yapiyoruz bir ise kapagi atip calismaya basliyoruz. hadi ilk gunler öyle yada güzel geciyor. ama bir süre sonra özgürlük yolunda ya yolumuza kaybediyoruz yahut kendimizi kandirmaya basiyoruz. hele bir de ölü essek fiyatina calisiyorsak vay ki vay vay ... hadi onu gectim asik oluyoruz. (sen siyah kazakli kikirdama öyle maymun oynatmiyoruz burda) daha dogrusu hayal kurmaya ve umut etmege basliyoruz. sonuc suphesiz cok fena oluyor. burun üzerine cakiyoruz. öyle ya da böyle... sonra gelsin uykusuz geceler gitsin aksamdan kalmalar.. gelsin siseler gitsin bos paketler.. ve bir bakiyoruz ki artik yalnizligimizi bile yitirmisiz. benim dusunceme göre yalnizligini yitiren insan ben feci durumda olan insandir. yalnizlik bir sidikli kontesse basimin uzerinde yeri var. ama toplumdan kacmak olarak anlamayin bunu. bu sadece hayatla iyi bir pazarlik yapmaktir. ve pazarlik sartlarina uymaktir. bunun sefasini surmek sizin ne kadar iyi bir pazarlikci ve diplomat oldugunuza bakar. ama arada sira da cayi kac sekerli icersin diye de soran olmali elbet.
çok yer değiştirip bir sürü insanla tanışan ve yine gitmek zorunda kalan kişilerin kabullendiği durumdur. çocukluktan itibaren yalnız kalan bünye kendine yetmeyi öğrenir ve zamanla kalabalık, kişiyi rahatsız etmeye başlar.. kendi kararlarını kendi alan insanı başkalarının düşünceleri artık ırgalamaz.. bireyselliği öğrenir ve tek başına kahve içmekten, alış veriş ypmaktan korkmaz.. hatta yanında gezen arkadaş kitlesinin seçimlerine yaptığı eleştiri onu daha da iter yalnızlığa..
"aa cicim o etek senin tarzın diil kii"
"kızıımm o adam sana yaramaz"
"ohaa çok içtin bence azalt şu sigarayı yanee" tarzı dialoglar genelde ağaza tokat atma isteğini perçinler yalnızlığı seven insanların..
sadece bir komüne bağlı kalmak için kendinen ödün veren, olmadığı biri gibi davranan kişileri gördükçe tiksinir.
inandığı değerler yüzünden etrafındaki herkesin kendisini terk etmesinden, onu öcü ilan etmesinden korkmayan insanların yaşadıkları histir. filozoflar, bilimadamları, sanatçılar, devrimciler (hemen küfretmeyin Atatürk de dahildir), aydınlar bu tür duygular yaşarlar. yalnız bırakanlara kızabilirler. ancak yalnızlıktan da korkmazlar.
single player oyun oynamaya,
kulaklık ile film izlemeye,
telefonu sadece ihtiyaç halinde kullanmaya,
yemek masasına bir tabak koymaya,
minibüste 'bir kişi uzatır mısın?' demeye alışmıştır.
aslında yalnızlık o kadar kötü bir şey değildir. istisnalar dışında kötülüğü yoktur. tabi yalnızlık nereye kadar diyecek olursanız;
bazen
kendim
bile
kendime
kalabalık
geliyorum
der şair.
o halde neden korkulsun yalnızlıktan. insan ölümden yalnız olduğu için korkar. insan yalnızlıktan sonunda ölüm olduğu için korkmaz.
kalabalık bir şehrin uğultusundan kaçarcasına, tüm vücudunuz terden sırılsıklam olana kadar koşmak. belki bir ağacın gölgesinde soluklanmak, belki de yakıcı güneşin altında hemen köşedeki marketten aldığınız bir şişe suyu kafanızdan aşağı boşaltıp, yola devam etmek. midenizde sevdiğinizle beraber yediğiniz yemeğin son kırıntıları öğütülürken, zihnin en ucra köşelerinde tüm hatıraları, yaşanmışlıkları, yaşanabilecekleri, beklentileri, pişmanlıkları teker teker, acele etmeden imha etmek. belki bir tatlı huzur arayışı. ruhunuzun ilgi için çırpınışları sararken bedeninizi, beklentilere karşılık vermenin yollarını düşünmek. benliğinizin farkına varmak. "aslında o kadar da çekilmez biri değilmişim lan" deyip kendi kendinize katlanmayı öğrenmek. altın kadehte damıtılmış saf alkoldük biz. sevildiğinden habersiz bir adam gerçeği bulmak üzere arayışta. zaman geçtikçe kendisini sevdiğinin farkına varıyor. sonrasında önündeki şaraba uzanıp soruyor;
etrafında korkutan o kadar şey varken yalnızlığın ne kadar masum olduğunu farkeden insanın içinde bulunduğu durumdur. artık istesede terk edilmeyeceğini, kazık yemeyeceğini düşündükçe insan daha bir sarılır hiç bir zararı olmayan yalnızlığına.
kendi kendine yetebildiğinde ve yorduğunda kalabalıklar... aslında kalabalığın korkuttuğu bir yaşamda olmaktansa sakin bir dinginlikte yalnızlıkla başbaşa olmak, bazen insanı güçlendirir.
16 yaşında arkadaşları tarafından dışlanmış, sevgilisi tarafından terkedilmiş, dersleri kötü olduğu için ailesi ile arası bozulmuş ve bundan dolayı odasına kapanmış biri için pek de sorun değildir yalnızlık. işte budur yalnızlıktan korkmamak. *