yalnızlık bence çağımızın hastalığı ve bu hastalığın hastanesi ise evler. bu tezi ben savunmuyorum sadece tübitak bilim dergisinin geçen hafta çıkan sayısında yalnızlığın beynin amigdalada ve hipotalamusta belirli bir kimyasal salgılayarak bu insanları daha depresif, daha sinirli ve agresif yapan bulgular saptanmış. Bu çalışmanın baş mimarlarından olan california üniversitesi nörobilim uzmanı david anderson fareler ve maymunlar üzerinde yaptığı çalışmanın sonucu olarak insanları incelediğinde de aynı bulguları saptanmış. ayrıca bu fare ve maymunlar diğer "sosyal" maymun ve farelere göre daha çok yaşıyorlarmış.
yani eğer sosyal bir hayatınız yoksa ve yalnızlık sizin için de bir vazgeçilmez yada bir rutin ise hayatınız kötü bir biçimde devam edecek.
son sözümü özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır diyen atilla ilhanın dizeleriyle bitiriyorum.
Öyle uzun uzadıya da anlatmaya gerek yok nitekim ama,
ihtiyaç duyduğun “o” yanında yoksa -anne, baba, evlat, sevgili, arkadaş- Ya da çevrende bir sürü kalabalık olmasına rağmen, onları duymuyor, görmüyor, anlamıyorsan yalnızlığın tanımını fikren ve fiziken yaşamış oluyorsun zaten. Ötesi de yok.
Her işinizi kendinizin yapması ile anlaşılabilir. Yanlış anlaşılmasın tabi herkes kendi işini kendi yapacak ama insan arada bir hayatını kolaylaştırmak için çabalayan birini görmek istiyor yanında. Ya da neyse ya alıştık zaten artık.
Çok üzülünen gecelerde karanlıktan korkulmaz. Çok yalnız kalınan gecelerde de eskisi kadar ağlanmaz. Yalnızlık güç verir, ayağa kaldırır. Yükünü taşımak zordur ama çok şey katar. Fazla yalnızlık iyi değildir ama üzer, sıkar. Sertab Erener'in söylediği gibi "sarılmaya muhtaç insanız nihayetinde ". Sarılacak doğru insanlarla karşılaşırsınız umarım.