yalnızlık fırtınası

entry1 galeri0
    1.
  1. Rüyalarının başladığı yere, sahil kenarına gitti Frank. Her seferinde daha fazla uzağa atma gayreti içinde yuvarladı bütün taşları el üstünden. 5 metre, 10 metre, 20 metre uzağa attı. Her ulaştığı hedefte, daha ilerisini istedi. Zorlanmadan hedeflerine ulaşıyordu, sıradan bir bunalım içindeydi kuşkusuz. Uzaktan onu izleyen ihtiyar dayanamadı, yanına gitti Den Frank'ın.

    "Ne yapıyorsun evlat?" dedi ihtiyar Jean Rage. Frank tanımadığı bir yaşlıdan gelen bu soruyu şaşkınlıkla karşıladı. Kan bağından olanlar bile sokakta selam vermezdi nitekim, taşları fırlatmaya devam etti teker teker.
    "Hedeflediğim uzaklığa atıyorum bu taşları. Şimdi izle, 25 metre uzaklığa atacağım!"
    ihtiyar, Frank'ın isabetli atışını dikkatle izledikten sonra yanına sokuldu: "iyi de evlat, sen ulaşabileceğin yerleri hedefledikten sonra bu oyunun ne önemi var?" dedi ve bir süre dalga sesleri işgal etti kıyıyı, iki insanın sessizliğini bastırdı. Kıyıya vuran dalgalar sessizliği de alıp götürdü denizin en derinlerine bir süre sonra. Aynı kıyıya bir daha vurmamak üzere, buharlaşıp yağmur oldu sessizlik.

    ***

    Hiç gitmediği bir parkın, hiç gitmediği bir bankında oturuyordu genç adam. Hayatına dair düşüncelere dalıp, sabah uyanıveriyordu. Hiç gitmediği bir yerdi ancak nerede olduğunu biliyordu, detaylar kişiselleştirilmişti sadece. insan hiç gitmediği bir yerin, nerede olduğunu bilebilir miydi? Detaylar... insanlar gelişigüzel hayaller kurmaz bilirsiniz, içinizde bir miktar insanlık kaldıysa tabi. Çoğu zaman asıl olayın hayalini kuramadan, detayları düşünürken uykuya boğar kendini insan. Hayallerini bile en mükemmel şekilde yaratır, gerçeklik mükemmellikten uzaktır çünkü. Ve gariptir ki; hayallerinin detaylarıyla uğraşmaktan asıl olayı unutan insan, sabah uyandığında sadece rüyasında geçen olayın konusunu hatırlar, detayları değil. Frank da sıradan insanlardandı zaten. Onu diğerlerinden farklı kılacak bir özelliği yoktu, insan böyle bir şeye ihtiyaç da duymazdı kibirli değilse.

    Frank, sabah kahvaltısını yaptıktan sonra Pazar gününün keyfini çıkarmak istiyordu. Fakat haftanın tek yağışlı günü, onun tatil gününe denk gelmişti. Hayat ona zorluk çıkarmıyordu elbette, küçük bir tesadüf sadece. Şemsiyesini almadan çıktı dışarı. Yakışıklı bir adamdı Frank, saçlarının ıslanmasını dert etmezdi. Vakti yoktu böyle gereksiz uğraşlara. işinden başka düşüneceği ne olabilirdi ki? Hayali kadınlar ancak… Yalnız yaşayan bir insanın kazandığı paranın çoğunu bir kenara ayırması ne kadar da acı. insanın alacağı bir şeyi olmayınca paranın da bir önemi kalmıyor. Kalbi de seveceği bir insan bulamadıktan sonra gereksiz atıyormuş gibi, sevilmeyi hak eden bunca insan varken hem de.

    Sabah kahvaltısı için semtin en kalabalık pastanesine girdi. Uzun süre bakındıktan sonra boş bir yer bulabildi. Kahvaltı etmek için bile sıraya girecek sandı bir an kendisini. “insanlar çıldırmış olmalı. Evsizlerin mekanı sanki burası!” diye söylendi içinden. Ailesiyle, sevgilisiyle, arkadaşıyla ve çoğul ekleriyle gelenler, bir de bizim Frank vardı işte. Garip geldi ona, aynı evi paylaştığı halde işlerinden ötürü birbirlerini zor gören insanların, Pazar kahvaltısını evlerinde yapmamaları. Frank ise yalnız yaşıyordu, garip. Yalnızları oynamak ve gerçek yalnızlık arasındaki farkı anlamak için, insanların dudaklarına kulak vermek yeterlidir. Yalnızlığından şikayet eden bir insan, kalabalık içinde kaybolan bir zavallıdır. Yalnızlığıyla oturdu masaya içi dışı bir insan. Kahvaltı menüsünü sipariş etti, sınırsız çayı ile birlikte. Öyle bir kaos fırtınası vardı ki insanların bağırış çağırışlarında, bir an kendisini dünyanın tek yalnızıymış gibi hissetti. Yanıldığının farkındaydı aslında; ama bunu birazdan anlayacaktı.

    ***

    Pastanenin kapısı açıldı, içeriye sessizlik düştü önce, yağmur damlalarıyla. Bir kolunda çantası, bir kolunda şemsiyesi ile Adela Heaven, boş bir yer aradı kendine. Frank biraz bekledikten sonra garsonu yanına çağırıp Adela’yı gösterdi. Adela durumun farkına vardı Frank’ın bakışlarından. Garsona gerek kalmadı, oturmak için müsaade istedi: “Rica ederim, buyurun.”

    Sıcak çayını yudumladı Heaven, kitabını okumaya başladı. Frank ise şaşkın bir şekilde izliyordu onu. Genç kızın saçlarından yağmur suları süzüldü. Sessizlik bozuldu sonra: “izin verirseniz gidiyorum.” dedi Frank, gözleriyle onayladı kız. Hesabı ödedikten sonra kızın sandalyesinin arkasında asılı olan şemsiyeyi aldı ve dışarı çıktı. Sessizlik çökmeden ruhuna, şemsiyeyi açarak uzaklaştı oradan. Heaven kitabını bitirip hesabı ödedi, şemsiyesine bakındı, göremedi. Pastane görevlilerini meşgul etti uzunca bir süre bu durumdan dolayı. Ah şu kadınlar! Ne de meraklılar kullanmadıkları eşyalara amaçsız değerler biçmeye. Ruhsal sıkıntıları birilerini azarlayarak geçirmeye çalışıyorlar, hep de bir bahaneleri vardır. Eğer bir kadın, bir konuda haksızsa, susmak en iyi kaçıştır erkek için. Ve eğer bir kadın haklıysa, susacaktır. Kaçmayın, cehenneme kadar kovalar sizi. Bu yüzden Frank aldırış etmedi, konuşmayan bir kadından şikayet edecek değildi herhalde…

    ***

    Frank bir yandan denizi taşlıyor, bir yandan da Rage ile paslaşıyordu.
    “Siz ihtiyarların nasihat verme çabası ne zaman bitecek acaba?”
    “Bunun cevabını yaşlandığında sen anlatırsın.”
    “Anlatacak bir insan bulabilirsem tabi.”
    “Ben seni kendim yaratmadım ya evlat! Bak, konuşuyoruz işte. insanlardan kaçmaktan vazgeç artık.”
    “insanlardan kaçmayı değil, yalnızlığın kıymetini bilmeyi seviyorum sadece.”
    “Yalnızlıktan anladığın şey denize taş atmak mı? Güldürme beni evlat. Haydi bir farklılık yap da, suyun üstünde sektir şu taşı. Bir görelim marifetli misin değil misin hehe.”

    ***

    Esnedi Frank. Uyku sersemi bir şekilde evin içinde dolaştı. Yüzünü yıkadıktan sonra yatağına geri döndü, alarmını 1 saat sonraya kurdu. Tekrar uyudu.
    insan hiç gitmediği bir yerin, nerede olduğunu bilebilir miydi?

    (bkz: söykü dergisi sayı 18 taş)
    not: tüm hakları "tanzamanitanyeri" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.

    dzt: imla.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük