yavaş yavaş zehirlendiğini hissettiği andır insanoğlunun.
bir gün izmir'deyim, karşıyaka sahilinde. arkadaşla bira içip çerez yiyoruz çimenlerin üstünde. ve muhteşem manzarayı izliyoruz. alsancak, bornova, hatay tam karşımızda. orospular, dilenciler, tinerciler, güzel kızlar, delikanlılar, iyi insanlar, kötü insanlar ve falcılar önümüzden akıp geçiyor an be an. tam bu sırada, hayatla ve onun alt kümeleriyle ilgili salak saçma muhabbetler yaparken arkadaşım bay m ile , babam aradı. sesinde bir keyif vardı. babam genellikle kendisinden uzak olduğumda keyiflenir. özler. ve merak eder. ve merağını da belli eder.
- naber oğlum
+ iyilik baba nolsun sen napıyorsun
- iyidir nolsun çalışıyorum , nerdesin napıyorsun?
+ alsancaktayım! baba napim geziyoruz m ile
nokta. gerisinin önemi yok.
karşıyaka'daydım ve babamla aramda 1000 km vardı. yalan söylemiştim. hiç düşünmeden. hatta farkına arkadaşım vardı.
- manyak mısın lan sen niye yalan söyledin adama.
+ he ya doğru, bilmiyorum oğlum.
babamdan kalan en yüce miras, içime kazıdığı yalanlar olmuştu. yalan söylemek için düşünmeme, nedenim olmasına hiç neden yoktu. her an yalan söylenilebilir bir andı benim için. meşruydu.
sonra yine yalan söylediğim bir gün, farkına vardım, bir şeylerden kaçtığımın.
iskemlede oturan babamın yanına gittim. sana ilk defa doğru söyleyecem dedim. şaşırdı ve o her zamanki stalin bakışlarıyla adam gibi şeyler söylememi emretti sanki mimiklerini de kullanarak.
vazgeçtim ve bir şeyler zırvaladım. o bakış yalan söyledikten sonra kendimi kötü hissetmemi bile yasaklamıştı.
babamın bir uzvu olduğumu hissettim. artık bende stalin bakışlı hitler'dim. ebediyen..