film/dizi izlemektir, roman okumaktır, yaşanmamış ve asla yaşanmayacak hayatların varlığını kabul etme çabasıdır. olmazsa olmazdır aslında insan için. kendi hayatını da bu ideale yaklaştırmak için çabalar, en azından buna inanır çünkü.
70-80 seneliğine sıkıcı, vasat bir hayat yaşama ihtimalin çok yüksek mesela, düşünsene sana bunun bebekken söylendiğini.
söylenmiyor. bilmiyoruz. bilmeye başladığımızda da erteleyebildiğimiz kadar erteliyoruz ki ölürken "aa ben muhteşem bir hayat yaşayacaktım ama tüh, görüyor musun. zaman yetmedi..." diyebilelim.
aslında inanmak değil güvenmek istersiziniz, ulan dersiniz, seviyorum dersiniz aşığım dersiziniz kendinize, onsuz yapamayacağınızı düşünürsünüz içinizde, onu kaybetmemek için dediklerine inanırsınız ulan dersiniz yeterki bırakıp gitmesin dersiniz. ulan diye diye boynuz kulağı geçer belli bi yerden sonra kaşınmaya başlar alnınız.
(bkz: boynuzlanmak)
insan sevdiğinin her yalanında bi doğru; sevmediğinin de her doğrusunda bir yalan ararmış. bizi mutsuz edecek gerçeklerdense mutlu olabileceğimiz yalanlara inanmak isteriz.
insanın kendisini koruma şeklidir denebilir. yalan olduğu bariz bir şekilde belli olduğu halde istedği şeyin o yalanın gerçek olmasıysa eğer gerçekleri görmemek için elinden geleni yapar ve göz göre göre bir yalana inanır. içten içe doğru olmadığını bilse de bu durumu yüksek sesle kendine bile itiraf edemez ve inandırır kendini o yalana. kendini korumak adına belki de mutlu olmak adına yaptığı bu eylem de yine en çok zarar gören insanın kendisi olur o ayrı.
farklı sebep ve oluşlar münasebetiyle bir noktadan bağlıyızdır yalanlara, hepimizin doğruladığı ve inanma eğliminde olduğu haldir bu
hatta umut kırıklarını tamir çabasıdır çoğu zaman...
bildikleriyle inandıkları tutumuyorsa insanın ne yapsın ki; ikisinden birini seçmek zorunda. ben de olsam inanmayı seçerdim bildiklerimin yanılgısı bana göre değil...