Yahya Efendi sağ olsaydı acaba kendisiyle dostluk etmek keyifli olur muydu, olmaz mıydı diye düşünürüm bazen... Yanıtını da bir türlü bulamam.
***
Bir adam düşünün ki, imparatorluğun en depremli, en kokuşmuş, kanlı rezilliklerin ikiz aynalar içinden sonsuza uzandığı ve başların omuzlar üstünde iğreti durduğu mendebur bir dönemde; hem şeyhülislamdır, hem de ağızda eritilen akide şekeri gibi, tadı emile emile çıkartılacak, dördüncü boyutlara uzanmış bir ozan...
***
iki sadrazamın boğdurulmasına olanak hazırladıktan sonra, kim bilir daha kaç kişinin de ölüm cezasına çarptırılmasına kafa sallamış, en üst düzeyde politik bir din görevlisinin, şiir yazarken:
"Mescitte riyamişler (iki yüzlülüğü benimsemişler) etsin ko riyayı
Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai"
Demesi ve halifeler tarafından beğenilmesi, düz mantığa ters gelen renkli bir çelişki değil mi?
***
Gerçi özellikle gazellerde, ham sofuluğa karşı kişideki beneksiz ruhsal yüceliğin özgürlüğünü savunmak, herkesin alışık olduğu beylik bir anlatım ama; toplumsal yaşamda, gazellerde yazılanların günlük uygulamalara geçmesi de, cellat satırı ve urganıyla yasaklı...
***
Din işlerinin gökdelen tepesindeki görevlisi Şeyhülislam Yahya Efendi, Hayyam'ın rüzgârlarını bağrında estirircesine, "ikiyüzlüler ibadet yerinde ikiyüzlülüğünü yapa dursunlar, sen meyhaneye gel, orada ne ikiyüzlülük var ne de ikiyüzlü" dedikten sonra, gerçekten kendi de bir meyhaneye gitse, acaba durumu ne olurdu?
Hiç kuşkusuz cübbesi, sakalı ve sarığıyla, gözleri yuvasından uğramış, suratı morarmış, boğazı sıkık bir mevta olurdu...
***
Kendisinin de, başkasının da yapmasının ölüm cezasıyla yasak olduğu bir işin; şiir yazarak propagandasına girişmek, bir anlamda emniyet genel müdürlerinin, şiddet eylemlerine övgüler düzmesi gibi bir şey...
***
Efendim öyle ama Şeyhülislam Yahya Efendi "Meyhaneye gel orası ibadet yerinden daha iyidir" derken, aslında meyhanenin çığırtkanlığını yapmıyor ki; içtenliği olmayan sahte görünüşlere karşı yücelmiş bir ruh soyluluğunun, güzelliğini anlatmaya çalışıyor...
***
Evet, tamam, doğru da; böyle bir savunmanın geçerlilik niteliği, pek o kadar yere sıkı basmış durmuyor...
Yahya Efendi'nin şeyhülislamlık ettiği IV. Murat zamanında, rahmetli Agâh Sırrı'nın da belirttiği gibi, "Tütün ve içki içtiği için, yahut yatsıdan sonra sokakta bulunduğu için, öldürülen zavallıların sayısı belli değildir."
Ve bu sayı istanbul'da yüz binden de aşağı değildir.
***
Böyle bir dönemde Yahya Efendi:
"Sun sagarı saki (getir içkiyi meyhanenin garsonu)
bana mestane desünler... (bana içip içip kendinden geçti desinler)
Uslanmadı gitti gör o divane desünler."
Diye her gazelde meyhane propagandasını sürdürüyor...
Cami hocaları dahi şeyhülislamın meyhane övgülerinden tedirgin olmuşlar ki, verdikleri vaazlarda Yahya Efendi'nin bu dizelerini okuyup:
- Bunları yazan adam hâlâ fetva makamında nasıl bulunuyor, demeye başlamışlar...
***
Buna artık siz, Osmanlı hoşgörüsü mü dersiniz, üst düzeydekilerin özgürlüğü mü; yoksa şiir zevkinin, nasıl olsa lafta kalan avunmaları mı, bilemem...
Ancak merak ettiğim, bunları yazıp duran Yahya Efendi'nin; sadrazamlar da dahil, onun bunun boğdurulmasını onayladıktan sonra, kimseye göstermeden birkaç kadeh çakıştırıp çakıştırmadığıdır.
Bence sanırım çakıştırıyordu...
Öyle olmasa kalemi eline aldıkça:
"Peymanesini (kadehini) her kişi doldurmada bunda
Şimden geru bu meclise meyhane desünler"
Diye, durmadan kafa çekmenin tadını, böylesine içten anlatamazdı.
***
Şeyhülislamların sözlerinin camilere asılması âdeti olsaydı; bizim Yahya Efendi'nin meyhaneyle içkiye ait yanıp yakılmışlık dizeleri, tüm camileri kaplayıp götürecekti...
Efendim o anlamda değil tabii...
Tabii değil efendim o anlamda ama; Süleymaniye'nin de mihrap yanlamasında:
"Aşka kabil dil mi yok (gönül mü yok) şehr içre ya dilber mi yok
Mest yok mecliste bilmem mey mi yok sagar mı yok"
Dizeleri, kim bilir ne çarpıcı dururdu.
***
Yahya Efendi'nin ozanlığı yanında, yiğit bir yönü de vardı. Kendisi I. Ahmet döneminde Rumeli Kazaskeri'yken; Sadrazam Derviş Paşa, birinin -kimse o biri, önemli değil elbet- ölüm cezasına çarptırılmasını emretmiş. Bizim Yahya Efendi, nedenini sormuş bunun. Sadrazam:
- Onun nedenini sormak sana düşmez, demiş.
Yahya Efendi de, o zamanın kabine toplantısı olan Divan'ı bırakıp çekmiş gitmiş...
Olayı I. Ahmet duymuş, Yahya Efendi'ye istifasının nedenini sormuş... Yahya Efendi'nin yanıtı şöyle olmuş:
- Padişah kazaskerleri, adaletin düzenlenmesi, hakların ayakta tutulması, zulme uğrayanların korunması için tayin eder. Hiç gereği yokken, bugün bir insan ölüm cezasına çarptırıldı. Artık benim için adalet düzenini yürütmeye olanak kalmadığından, görevimden ayrılma zorunluğu duydum...
Sadrazam Derviş Paşa'nın, "saraya tünel kazıyor" gerekçesiyle, padişahın huzurunda kafasının kesilmesine kadar varmıştır bu açıklamanın etkileri...
***
Yahya Efendi, IV. Murat'ın Sadrazamı Kemankeş Ali Paşa'ya da, hırsız olduğunu söylemiştir. Sadrazam da onu şeyhülislamlıktan kovalamıştır.
Kovalamıştır ama IV. Murat da, Kemankeş'i, iranlıların Bağdat'ı aldıklarını kendisinden gizlediği, yani yalan söylediği için, boğdurmuştur.
***
Yahya Efendi bir süre Deli ibrahim'in de şeyhülislamlığını yaptı ve doksan üç yaşına kadar yaşadı...
Şimdi sağ olsaydı, dostluk edebilir miydik?.. Kestirmek zor. Nef'i ile araları hem iyi, hem de biraz şekerrenk idi galiba... Ve nedense Nef'i'nin boğdurulmasına hiçbir tepki göstermemişti...
Kendisi için de şöyle demişti:
"Kim anar yoluna can verdiğini ey Yahya
Unuturlar seni biçare hemen ölmeye gör."
Yok canım, o kadar da unutulmamıştır Yahya Efendi...