yabancılaşma

entry72 galeri2 video1
    72.
  1. jean paul sartre'a göre ellerinin kendine ait olduğunu hissetmeyen bir adama aittir.

    (bkz: bulantı)
    0 ...
  2. 70.
  3. kisacasi kapitalizm insani yaptigi ise, yedigi yemege, beraber yasadigi aileye, giydigi elbiseye ve yasadigi dogaya yabancilastirir. yemegi kendisi karar verip hazirlayamaz, elbisesini herhangi markadan secmek zorunda, ailesinin baskilari yine aileye yabancilastirir vs.
    komünizm ise bu süreci terse cevirmeye calisir: komünizmde insan 7 de 70 e beceriklidir, yemegini kendisi hazirlayabilir, hyvanini kendisi ihtiyaci oldugu kadar dogal (!) yetistirebilir, elbisesini kadin erkek demeden dikmesini okulda ögrenir, makinenin nasil tasarlandigindan nasil calistigina kadar ögrenir, resim cizmesini bilir, hayalleri kendisine ait dir (bruce willis in veya shakira nin hyallerini tasimaz).
    kisacasi kapitalizm yabancilastirir, komünizm ise insani becerilerine ve dogasina geri döndürür.
    0 ...
  4. 69.
  5. bilhassa sanayii 2.0 dan sonra, yani 20.ci yüzyil basinda is bölümü ortaya cikarilip bir insan isi bütün gün sadece binlerce civata sikmak gibi islere bölündügünden sonra ortaya cikmistir. insn yaptigi ise yabacilasir, felsefik bir bag kurmaz: eskiden bir makineyi tek basina bastan sona monte eden isci artik sadece vida sikiyor. yaptigi ürüne yabancilasiyor. fakt konu cok uzun, insanin cevresine yabancilasmasi vesaire uzar gider.
    1 ...
  6. 68.
  7. yabancılaşmanın en kötüsü kişinin kendine yabancılaşmasıdır.

    kişinin kendine yabancılaşması, genel olarak, "bireyin çevre koşullarını aykırı görmesi ya da kendisini başkasının gözüyle görmesi durumu" olarak tanımlanıyor.

    kendisine dayatılan, bilinçaltına işlene ve istem dışı yapılan telkinlerle insan olamayacağı, yapamayacağı, alamayacağı şeyleri istemeye başlıyor. hayatı boyunca sahip olamayacağı şeylerin peşinden koşan, hiçbir zaman elde edemeyeceği iş ya da kariyer için mücadele eden bir kişi, bir zaman sonra boşa kürek çektiğini anlayınca yaşadığı kırgınlıkları, yabancılaşmaya dönüştürüyor.

    önce kendisine yabancılaşan insan daha sonra diğer insanlara, topluma, kültüre ve tabiata yabancılaşıyor. oysa insan bir çatışma içinde var edilmemiştir, aksine tabiatla uyum içinde yaratılmıştır.

    yabancılaşma mutsuzluğun kapısını da açmaktadır.
    2 ...
  8. 67.
  9. ilk olarak Alman filozof Friedrich Hegel'in ortaya attığı bir kavramdır. Fakat bu kavramı gerçek anlamda düşünsel bir kavram haline getirenler Ludwig Feuerbach, Karl Marx ve onun takipçileridir. Feuerbach'a göre din bir yabancılaşmadır. insanın dünyaya ve kendisine yabancılaşmasıdır. Aslında Feuerbach sonrası -ve hatta öncesi de- Materyalizm'in büyük bir kesimide gizli veya açık bu fikirde mütabıktırlar. Marx ise yabancılaşmayı kendi ekonomik teorisi içerisinde kullanmıştır. Ona göre kapitalist sistemde emekçi kendi ürettiklerine ve emeğine yabancılaşır. Marx'tan sonraki Marksistler de yabancılaşmayı hem ekonomik hem felsefi hemde sosyolojik anlamda dile getirmişlerdir. Örneğin Theodor Adorno'nun "Kültür Endüstrisi" kavramında yabancılaşma kavramının sıkı izleri vardır. Kısacası yabancılaşma insanın kendisine ve ürettiklerine uzaklaşmasıdır. Dünyayı bir gizem olarak tanıtan idealist ve Spiritüalist felseferler ise insanı ve doğal müdahaleyi yok sayarak yabancılaşmayı ebedileştirmeye çalışmaktadırlar.
    0 ...
  10. 66.
  11. yabancılaşmanın başucu yapıldığı tüm tasarılar gerçekliğe karşı açılmış savaştır.

    kabaca,insanın kendisini mal olarak düşünmesi mümkün değildir.

    olsa olsa sujeleşebilir.ona da yabancılaşma denemez.manzaranın kayması denir.

    sanıldığının aksine hegel sınırlamalardan beri değildi.popper yanılmıştır.
    0 ...
  12. 65.
  13. karl marx'ın kapitalizme getirdiği en büyük eleştiri ve fikrimce sosyal bilimlere kazandırdığı en önemli terim budur.

    ''insanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi.''

    aklıma hep charlie chaplin'in şu en sevimli filmini ve görüntülerini getiren sözcük.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1810466/+
    18 ...
  14. 62.
  15. bu sıralar topluma karşı hissettiğim duygu.
    bildiğim kadarı ile yaklaşık 300 senedir bu topraklar olan kökenim, şimdilerde kendini buralara ait hissetmiyor.

    toplumun bir parçası değilmişim hissini ekmek alırken, benzin alırken dahi hissediyor olmak canımı sıkan şeylerden birisi.
    2 ...
  16. 61.
  17. Buradan başlanabilir:

    Frantz Fanon'un sömürgeciliğin sömürge halkları üzerindeki psikolojik sonuçlarını analiz etmeye çalıştığı en ünlü eseri olan Yeryüzünün Lanetlileri sömürgecilik karşıtı mücadelenin ve Üçüncü Dünya'nın özgürlüğünün manifestosu olarak bilinmektedir. Afrika'daki ulusal kurtuluş hareketlerinin ve Amerika birleşik Devletleri'ndeki Kara Panterler örgütünün esin kaynağı olmuştur.

    Soylu ruhlarımız ırkçıdır!

    Bu gerillalar benimsenmek için şövalyece davranmalıdırlar; insan olduklarını kanıtlamanın en iyi yolu budur. Bazen sol onları ayıplar: "Fazla ileri gidiyorsunuz, sizi daha fazla destekleyemeyiz." Yerliler onların desteğine hiç mi hiç aldırmazlar; bu desteği alıp bir taraflarına sokabilirler, değeri bu kadardır. Savaş başlar başlamaz bu sert gerçeği gördüler: Biz de herkes gibiyiz, hepimiz onlardan yararlandık, bir şey kanıtlamaları gerekmez, kimseye ayrıcalıklı muamele etmeyecekler. Görev tek, amaç tek: her tür araçla sömürgeciliği sürüp atmak. En uyanıklarımız gerektiğinde bunu kabul etmeye hazırdırlar, ama bu güç denemesinde aşağı insanların bir insanlık belgesi elde etmek için kullandıkları tamamen insanlıkdışı yöntemi görmeden gelemezler: Hemen verin şu belgeyi de barışçıl yollarla bunu hak etmeye çalışsınlar. Soylu ruhlarımız ırkçıdır.

    Fanon'u okuyun. Fanon, bu bastırılamaz şiddetin ne de bir bardak suda fırtına, ne barbar içgüdülerinin yeniden ortaya çıkışı ne de bir hınç olduğunu kusursuzca gösteriyor: kendine gelen insandır bu.
    Jean-Paul Sartre
    0 ...
  18. 60.
  19. başta sosyoloji bilimi olmak üzere bir çok disiplin tarafından kullanılmakta olan marksist bir kavramdır. haliyle karl marx tarafından üretilmiştir. dört temel aşaması vardır;
    1. insanın kendi emek ürünlerine yabancılaşması
    2. insanın kendi emeğine yabancılaşması
    3. insanın öteki insanlara yabancılaşması
    4. insanın kendi insan doğasına yabancılaşması

    marksist ekol günümüzün toplumsal krizlerini bu aşamalar üzerinden açıklamaktadır. anarko-komünistler de bu kavramları kullanmaktadır. keza kapitalist tüketim toplumunun bütün kazancı da bu dört aşama üzerinden gerçekleşir. insanların kendi doğalarından yabancılaşarak yarattıkları yapay ahlak normları, kapitalizmin yarattığı psikolojik bir hastalık olan bunalımlar; temelde bu süreçlerin akabinde gerçekleşmektedir.
    1 ...
  20. 59.
  21. Yabancılaşmanın farkına varamayacak kadar yabancılaştık. Sürekli koşuyoruz hiç durmadan çoğu zaman niye koştuğumuzun bile farkında olmadan. Kelebeklerin ömrü kısaymış ya biz? Bizim ömrümüz bir fotoğraf karesi olmuş. Beğen ve çıkış yap.
    2 ...
  22. 58.
  23. herkes mutlu ve gamsız doğar yanlızca hayat ve getirdiği o boktan tecrübeler,insanı kendine ve topluma zaman zaman yabancılaştırır.yoksa yaş ilerledikçe kimse oturaklı olmuyor yaşanılan boktan bir sürü şey insanın üzerine yapışan bir ağırlıktan başka bir şey değil.henüz çocukken uykudan gülerek uyanırdık.bugün ise küfür ederek güne start veriyoruz.ve zamanla kendimizden dahada öteye kayıyoruz.
    yabancılaşıyoruz.
    2 ...
  24. 57.
  25. yabancılaşma birçok disiplinde ele alınan (ben edebiyat açısından irdeleyeceğim) ve sebepleri üzerinde birbirinden farklı görüşlerin doğmasına neden olan bir olgudur.
    yabancılaşma modern bireyin temel sorunudur. dolayısıyla modernist romanın da en temel unsurudur. modernist anlamdaki yabancılaşmada vurgu üretim ve üretilen metaya insanın konumu üzerindendir.
    ''işçi ne kadar zenginlik üretir, üretimi erk ve hacim bakımından ne kadar artarsa o kadar yoksul duruma gelir. ne kadar çok meta üretirse, o kadar ucuz bir meta olur. insanların dünyasının değersizleşmesi, nesneler dünyasının değer kazanması ile orantılı olarak artar. emek yalnızca meta üretmekle kalmaz, genel olarak meta ürettiği ölçüde kendi kendini ve işçiyi de meta olarak üretir'' k. marx.
    işte modernizmin hinterlandı olduğu yabancılaşmış birey tam da marx'ın anlattığı bireydir. (emek-değer-üretim kıstasında) çünkü birey bir kez ürettiğine yabancılaştı mı tüm hayatı değersizleşir. insanın en büyük silahı emektir. ve artık emek kendisinin kontrolü altında olmayınca kişinin denetiminde olması gereken her şey kişiyi kontrol altına alır. bu durumda kaçınılmaz olarak kişinin önce kendisiyle sonra da toplumla olan iletişimi sekteye uğrar, zarar görür, hatta kesilir. -birey önce kendine,sonra topluma yabancılaşır-.
    şimdi bu noktada sorulabilecek soru şudur; üretimi sadece modern insan mı gerçekleştirdi?
    tabii ki hayır. insanın var oluşundan itibaren üretim vardı.insan emeği ile kendini gerçekleştirdi. rousseau'nun tabiri ile ''doğa halindeki insan'' ürettiğine yabancı değildi. üretimini ya kendisi için gerçekleştiriyordu ya da yine kendisi için kullanacağı bir başka ürün ile takas olması için kullanıyordu. böylece ''doğa halindeki insan'' her koşulda emeğini kendisi için kullanıyordu. modern insan için ise işler giderek karmaşıklaşıyordu.
    modern toplumlarda insan değerinin yerini giderek makineler almakta ve emek giderek küçülmekteydi. işçi ürettiği ürüne sahip olamıyor, ürettiği ürüne ve haliyle emeğine yabancılaşma başlıyor.
    bu tür yabancılaşma için marx tipi denilebilir. modern insan geliştikçe sorunları da artmaktaydı, burjuva sınıfı da kendine pay çıkarmasa olmazdı; varoluşçu yabancılaşma.
    kierkegaard, heidegger, sartre, camus gibi düşünürlerin başını çektiği bu gelenek içinde nesnel bilgi karşısında öznel haikati vurgulayan kierkegaard'a göre, yabancılaşmanın temel problemi, anlamsızlık ve mutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dünyada (romantizmden beri mutluluğun kaynağını arayan yazar ve düşünürlerin açtığı kapı) insanın kendi özüne ilişkin olarak uygun bir kavrayışa ulaşabilmesi problemidir. teist varoluşçu kierkegaard'a göre bu ancak ve ancak tanrıya güvenmek ile aşılabilir. ateist varoluşçularda ise anlamda ve amaçtan yoksun bir dünyada söz konusu olan tabii bir durum olup varoluşun saçmalığının bir sonucudur. (bkz: sisyphos)
    modern bireyin hayatı sisyphos'unki kadar tekdüze ve anlamsızdır. bu durumun farkında olanlar için de olmayanlar için de yabancılaşma söz konusudur. farkında olanların yabancılaşması sartre'ın tabiri ile ''bulantı'' yahut '' ''varoluş sıkıntısı'' olarak kendini gösterirken; farkında olmayan az eğitimli ya da eğitimsiz kişilerde ise anksiyete, minör ya da majör depresyon, paranoya, panik atak, intihar gibi sonuçlar doğurur.
    yabancılaşma kavramı modern insanın temel sorunu dolayısıyla doğrudan modern romanın da temel sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. modernist romanların her kişisi yabancılaşmış olabilir ancak çoğunlukla merkez kişi olarak algılanır. yabancılaşmadan anladığımız sadece, yalnızlık, toplumdan uzaklaşma ise bu kavramı sadece merkez kişi için irdeleyebiliriz. oysa modern romanın tüm kişilerinde yabancılaşmanın etkisi görülür.
    türk edebiyatında modernisst unsurların başarıyla kullanıldığı iki roman, aylak adam ve kürk mantolu madonna'da bu kavramı inceleyebiliriz.
    aylak adam;
    c günlerin adıyla dahi ilgilenmeyecek kadar etrafına yabancılaşmış biridir. c adeta kafasında tüm insanları ben ve ötekiler diye ayırmıştır. konumunun farkında, anlam arayan, düşünen birisidir. fakat ötekiler c'ye göre sadece yaşayıp giden kişilerdir. romanda c dışındaki herkes marksist yabancılaşma, c ise varoluşçu yabancılaşma dahildir. c bu durumun farkında entelektüel biridir.
    '' biliyorum sizi. küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. büyüklerinden
    korkarsınız. akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. sizi bekleyenler vardır. rahatsınız. hem ne kolay rahatlıyorsunuz. içinizde boşluklar
    yok. neden ben de sizin gibi olamıyorum? bir ben miyim düşünen? bir
    ben miyim yalnız?'' ( atlıgan, 2009; s.39).
    c ötekileri ''eli paketliler'' ve ''üç oda bir mutfak'' isteyenler diye tarif eder. c dışındaki herkes özetle marx'ın '' insanlar dünyasının değersizleşmesi, nesneler dünyasının değer kazanması'' şeklinde tarif ettiği yabancılaşmayı yaşıyordur.
    güler - dünyadan çok şey beklemiyorum. üç oda, bir mutfak,
    sevdiğim adam, biri kız, biri oğlan, iki çocuk… ''bu kız beni eli
    paketlilerden yapmak istiyor''. (atılgan;s.72).
    ''olanla yetinerek, aramadan, düşünmeden yaşanılsın diye yaratılmış bir
    dünyada yalnızdı'' (atılgan;s.150)
    romandaki ötekilerin ucuz aşk romanları okuyan, sinemaya gitmeyen, yılbaşılarında evde toplanıp tombalaya oynayan kişiler olarak tasvir edilir. bilinçli bir tasvirdi bu zira bu tip eğlence faaliyetleri ile insan bilincinin oyalanması, kalabalıkların kendi durumlarının farkında olmamaları sağlanması gerekir.
    c'nin yabancılaşması ise haliyle ötekilerinden farklıdır. o hayatını sürdürmek için para kazanmaya ihtiyacı yoktur. c için hayat boş ve anlamsızdır. onu anlamlı hale getirecek birini aramaktadır. fakat bu aranılan kişi de c'nin hayatındaki boşluğu doldurmaya yetmeyecektir. zira cevdet kudret'e göre atılgan, romanın sonunda c'yi ölüme yollar. fakat atılgan bundan vazgeçer, romanın fazla dramatik olacağını düşündüğünden.
    c. bir ara yüzmeye denize girdiğinde intiharı düşünür.ölme fikri kafasında dolaşan bir kişidir. fakat ölme konusunda bile saçmadan kurtulamaz. zira denizde öldükten sonra kıyafetlerini kimin bulacağını düşünür!
    bütün bunlar bize c'nin tam olarak varoluşçu yabancılaşmayı yaşayan bir birey olarak karşımıza çıkmasını sağlar.

    kürk mantolu maddonna;
    iki farklı bakış açısı ile yazılanve bu anlatıcılar yoluyla yabancılaşma olgusuna birçok cepheden yaklaşan bir romandır. kahraman anlatıcı herkes tarafından sıkıcı ve sıradan bulunan raif efendi'nin hatıra defteri aracılığıyla onun yabancılaşma nedenlerini anlatır. gerek kahraman anlatıcı gerekse maria puder, raif efendi'nin yalnızlığının ve yabancılaşmasının sebeplerini açığa çıkarırlar. bu üç karakter de edebşyatla, sanatla meşgul olurlar. entelektüel bir çizgileri vardır. raif efendi, fabrika için almanya'ya gider fakat kendini sanat galerilerinde,tiyatrolarda,romanlarda bulur. varlığı babasının düşüncelerinin zıddıdır. raif efendi genel kabulun dışında hakiki insanı aramak için ısrar eder.
    kahraman anlatıcı raif efendi'yi yakından tanımak için takibe alır evine kadar gider, kalabalık ev ahalisi içinde raif efendi yalnızdır. kimse onun ruhuna dokunamaz. evin maddi olarak tüm yükünü çeker fakat ev ahalisi olarak ''lüzumsuz bir adam olarak görülür'' raif efendi bunun farkında olmasına rağmen aldırış etmez, hoş görür bu insanları.
    bu durum yabancılaşma unsurlarından, güçsüzlük, anlamsızlık, yalnızlık ve kendine yabancılaşma ile örtüşmektedir.
    raif efendi babasının ölüm haberini telgraf ile alır ama bu durum karşısında kayıtsızdır, tepki vermez. herhangi bir tepki verecek kadar babasını tanımıyordur. ''senin baban iyi bir adam mıydı? diye soracak olsalar, verecek cevap bulamazdım der'' (albert camus yabancı ilk pasaj)
    babasından kalan mirası kabul etmez,küçük bir memur olur. ailesine karşı gösterdiği kayıtsızlığı, iş arkadaşlarına karşı da gösterir. hımbıl,pısırık,sıkıcı gibi sıfatlar takılır kendisine aldırış etmez.
    yitirdiği inancı ve güveni bir daha yakalayamayacağını düşünür ve çevresinde kaçarak yalnızlaşır, önce kendine sonra topluma yabancılaşır
    ''raif efendi robot insan olarak ailede baba,iş yerinde memur rolünü üstlenerek insanın sıradanlaşması anlamındaki yabancılaşmayı üst seviyeye çıkarır.'' (b.moran)
    1 ...
  26. 56.
  27. yaptığı işi sadece maddiyat üzerinden okuyup, çok çok paralar kazanıp mutlu olacağını sanan, hayallerini hep erteleyen kendisi olmaktan çıkan insan'a bir örnektir yabancılaşma, bir maskeyi çıkartıp diğerini takar kendisi olamaz hiçbir zaman.
    0 ...
  28. 55.
  29. insanın kendine ve sosyal çevresine yabancılaşmasını ele alır. Bu yabancılaşma duygusunun sonucu olarak ortaya çıkan sevgi kaybı, adaptasyon eksikliği ve bunların yerini alan isyan hissinin kendini uyuşmazlık şeklinde gösterdiğini iddia eder. Bunu Karl Marx endüstri devriminin işçinin emeğine uzaklaşması ve bu sistem içinde ufacık bir parça olarak kendini görmesiyle ifade etmiştir. Marx a göre endüstri devrimi ile insan kendine yabancılaşmıştır. Ancak uyuşmazlık konusunu en çok inceleyen ise Amerikalı sosyolog Erich Fromm’dur. Ona göre yabancılaşma modernleşmenin bir yan etkisidir.
    0 ...
  30. 55.
  31. insanın anlamlandırma mekanizması vardır, işte bu mekanizma iyi çalışmadığı vakit hissedilir yabancılaşma. Hiçbir şeyin heyecan vermemesi durumudur, tuhaf bir hevessizliktir. Şimdi elitist konuşuyorsun demeyin ama yabancılaşma aptallarda görülmez, zeki insanların sorunudur.
    4 ...
  32. 54.
  33. öldürmeyen yabancılaşma süründürür, hatta çürütür.
    1 ...
  34. 53.
  35. Erich Fromm’a göre bireyin kendisini, kendisine yabancı gibi duyduğu deneyim biçimidir. Bu durumda kişi kendisini dünyasının merkezi, hareketlerinin yaratıcısı olarak görmemektedir. Artık hareketleri ve davranışlarının sonuçları, kişinin boyun eğdiği efendileri durumundadır. Yabancılaşmış birey, nesneleri algılarken kendisi ve dış dünya ile üretici bir ilişki içinde değildir.
    3 ...
  36. 52.
  37. hegel tarafından felsefeye sokulan kavram. hegel e göre insan tarihi aynı zamanda yabancılaşmanın da tarihidir.
    0 ...
  38. 51.
  39. marx'a göre yabancılaşma şu şekilde gerçekleşir: kapitalist adam maksimum kar elde etmeye çalışırken çalıştırdığı işçinin maaşını en düşük seviyede tutmaya çalışır ancak işçi de yaptığı işe değecek bi maaş yani daha yüksek bir maaş almak ister fakat bunu başaramaz. işçi ne kadar fazla çalışırsa, o kadar çok fakirleşmeye başlar. piyasanın serbest olması da, işçiyi köle haline getirir. işçi o kadar çok çalışır ki artık düşünemez hale gelir; sadece fiziksel olarak gelişen ancak düşünemeyen bir insan halini alır. işçinin düşünme yetisi tembelleşir, körelir; sosyal hayata kendini kapatmak zorunda kalır. tabi ki saatlerce çalışan işçi, işten sonra uyumaktan ve yemekten başka bir enerjiye sahip olamayacaktır; mental açıdan kendini geliştirebilceği şeyleri yapamaz; kitap okuyamaz, sinemaya-tiyatroya gidemez örneğin. çok fazla çocuk yapmak da kaptalistin işine gelen birşeydir ve bunu ister; der ki: ''ne kadar çok çocuk, o kadar çok işçi, o kadar az işçi ücreti'' tüm bunlar işçi sınıfının dünyaya yabancılaşmısına neden olur. bu yüzden ki marx, kapitalizmi bir dehümanizasyon sistemi olarak görmüş ve kapitalizmin insanlara sunduğu ''özgürlük'' kavramının aslında sahte bir özgürlük olduğunu savunmuştur. ona göre insanların gerçek özgürlüğe ihtiyaçları vardır ve gerçek özgürlük de ancak ''ne üretiyorsan ona sahip olmak'' ile gerçekleşebilir.
    0 ...
  40. 50.
  41. marx'a göre yabancılaşma şu şekilde gerçekleşir: şimdi kapitalist adam maksimum kar elde etmeye çalışırken çalıştırdığı işçinin maaşını en düşük seviyede tutmaya çalışır ancak işçi de yaptığı işe değecek bi maaş yani daha yüksek bir maaş almak ister fakat bunu başaramaz. işçi ne kadar fazla çalışırsa, o kadar çok fakirleşmeye başlar. piyasanın serbest olması da, işçiyi köle haline getirir. işçi o kadar çok çalışır ki artık düşünemez hale gelir; sadece fiziksel olarak gelişen ancak düşünemeyen bir insan halini alır. işçinin düşünme yetisi tembelleşir, körelir; sosyal hayata kendini kapatmak zorunda kalır. tabi ki saatlerce çalışan işçi, işten sonra uyumaktan ve yemekten başka bir enerjiye sahip olamayacaktır; mental açıdan kendini geliştirebilceği şeyleri yapamaz; kitap okuyamaz, sinemaya-tiyatroya gidemez örneğin. çok fazla çocuk yapmak da kaptalistin işine gelen birşeydir ve bunu ister; der ki: ''ne kadar çok çocuk, o kadar çok işçi, o kadar az işçi ücreti'' tüm bunlar işçi sınıfının dünyaya yabancılaşmısına neden olur. bu yüzden ki marx, kapitalizmi bir dehümanizasyon sistemi olarak görmüş ve kapitalizmin insanlara sunduğu ''özgürlük'' kavramının aslında sahte bir özgürlük olduğunu savunmuştur. ona göre insanların gerçek özgürlüğe ihtiyaçları vardır ve gerçek özgürlük de ancak ''ne üretiyorsan ona sahip olmak'' ile gerçekleşebilir.
    2 ...
  42. 49.
  43. bu duruma en büyük örneklerden biri the shawshank redemption'daki brooks'un hikayesidir. 40 yıldan fazla hapishanede kaldıktan sonra şartlı tahliyeyle çıkan brooks yaşadığı dünyaya ne kadar yabancılaştığını fark eder. sinema tarihinin en duygusal sahnelerinden biridir.

    Orjinal dil:



    Türkçe dublaj: https://www.facebook.com/...o.php?v=10150297845272137
    0 ...
  44. 48.
  45. aradaki samimiyetin yitirilmesi, sıradanlaşması.
    2 ...
  46. 47.
  47. cumartesi gecesi eğlenip, pazar sabahı işe gidecekmiş gibi erkenden uyanmaktır. Bir nevi makineleşmek diyebiliriz.
    1 ...
  48. 46.
  49. insanın kendisine içkin olana dışsallaşmasıdır.

    başka bir deyişle; insanın kendisine yakışanı giymemesidir.

    (bkz: formata yabancılaşmak)
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük