karl marx'ın kapitalizme getirdiği en büyük eleştiri ve fikrimce sosyal bilimlere kazandırdığı en önemli terim budur.
''insanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi.''
aklıma hep charlie chaplin'in şu en sevimli filmini ve görüntülerini getiren sözcük.
insanin ekonomik, dinsel, siyasal ve tarihsel alanlarda yarattiklariyla kendinden uzaklasmasi, kendine düsman olmasidir.
Yabancilasma, yabancilasmanin bilincine varilarak gerçeklesir.
Böylece insan kendisine daha çok yaklasarak üstün bir insanliga ulasir.
yabancılaşma insanın kendinden olandan uzaklaşması ile açıklanabilecek sosyokültürel bir olgudur. yabancılaşma ile ilgili diğer tüm olgular tıpkı yabancılaşma gibi ekonomik üretim süreci ile yakından ilişkilidir.
marks'tan önce klasik iktisatçılar ile felsefeciler yabancılaşma kavramı üzerinde bir takım düşünceler vardı. fakat marks'ın kapital'de anlattığı yabancılaşma teriminden uzaklaşarak, nesnel koşullarla pek alakası yoktur. şimdilik bunlar üzerinde pek değinmeyeceğim.
modern üretim süreci olan kapitalizm, işçinin ya da daha doğru bir deyimle üreticilerin ortaya koyduğu artı değer ve emek fazlası ile kâr eder. bu emek fazlası üretim fazlasına neden olur. üretimin devamı için tüketim artışı gereklidir. bu döngü kendini tekrar etmeye başlar üretim-tüketim sürecinde. aynı zamanda üretilen malın(metanın) değişim değeri ile kullanım değeri arasındaki fark meta fetişizmidenilen olguyu oluşturur. açıklamak gerekirse; bir araba alındığında, o araba ile birlikte modeline göre bir statü de alınır. bu kullanım değerinin değişim değerinin üstüne çıkması anlamına gelir. örnekte görüldüğü gibi üretim sürecine yapışan bu olay bir fetişizmdir.
şimdi meta fetişizmi ile üretim fazlası arasındaki bağlar fiziksel bir bağ değildir. çünkü bu fetişizm olgusu fiziksel olmamakla birlikte toplumsal değerin bir ürünüdür. fiziksel olaylar ile bilinçsel olaylar arasındaki bir nedensellik kurulması bu nedenle bir yanlışlık görüyorum. fakat bu statü alma olayı üretim fazlasının işine yarar, üretimin tüketime dönüşmesini besler.
meta fetişizmi olgusu insanların bir yanılsama içinde yaşamasına neden olur kolaylıkla. bu olgu ile birlikte egemen sınıf kendi reflekslerini topluma uzlaşma ile birlikte kabul ettirir. bu kültürel hegemonyadır fakat bir başka başlığın konusudur. yabancılaşmaya geri dönecek olursak, insanın pazar ekonomisi sisteminde kendi emeğinden uzaklaşması gerekir. yalnızca yaşaması için ya da azda olsa tüketim kültürüne katılması için verilen ücretler emeğin yabancılaşmasına tekabül eder, çalışmak yaşamsal bir olayken yaşayıp yaşamamaya dönüşür. gene bu yabancılaşma olayı kültürel hegemonyanın beslemesine tekabül eder.
konuyu toparlamak gerekiyorsa emeğin toplumun gerçekleğinden uzaklaşıp tüketimin körüklenmesi toplumun her kesiminin yalnızca egemen sınıfın kültürüne uyum sağlamasına neden olur, işte bu yabancılaşmanın pratiksel ifadesidir.
insanın anlamlandırma mekanizması vardır, işte bu mekanizma iyi çalışmadığı vakit hissedilir yabancılaşma. Hiçbir şeyin heyecan vermemesi durumudur, tuhaf bir hevessizliktir. Şimdi elitist konuşuyorsun demeyin ama yabancılaşma aptallarda görülmez, zeki insanların sorunudur.
petrovic'in "alienation"ın özel bir durumu olarak nitelendirdiği reification, insani değerlerin insani olmayan ama insan tarafından üretilmiş ve insandan bağımsızlaştırılmış değerlere aktarılmasıdır. bunlar da petrovic'in sözleriydi.
yani, fabrikamda çalışan işçilerin yaşamlarındaki sosyal değerlerin, benim için, ürettikleri malların değerleri kadar "ederlerinin" olmasıdır. bir işçimin evlenmesinin benim açımdan tek değişimin, onun daha dik bir kar marjı grafiğine dönüşmesi durumudur. mutluluk, kârdır.
günümüzde karşımıza çıkan reklamlardaki çağrılar, örnek vermek gerekirse, "it's your miller"lar insanla alakası olmayan, ondan bağımsız bir ürünün, bir şekilde sosyal yaşamında yer alması için kullanılır. artık "yaratık" içeriye, insandan içeriye sokulur. meta duygudur, meta histir, meta düşüncedir.
(değer fetişizmi ile karıştırmış olabileceğim ifadelerim konusundaki olası yanlışlar için, buyrun efendim)
"insanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut varlık, üstün birer güç gibi görmesi, onların karşısında kendi kişiliğinden, insanlığından olması, bunların boyunduruğu altına girmesi, marksizmde yabancılaşma kelimesiyle dile getiriliyor.
bütün yabancılaşmaların temelinde "iktisadi yabancılaşma" vardır. dinler, daha genel bir deyimle, egemen sınıfların ideolojisi, aslında bu yabancılaşmaya hizmet etmektedir."
insan bazen hayatında onemli bir kavsaga geldigini,
artık bazi seylere karar vermesi gerektigini, verecegi kararlarin tum hayatini, yasadigi cevreyi etkileyecegini sanir.
genellikle yanilir.
boylece, gercekte kavsaklarin hic farkinda olmaksizin birer birer yasandigini anladiginda ya her sey icin cok gectir
ya da insan yine bir baska yanlis duyguyla ipin ucunu kacirir ve aliskanliklarina teslim olur.
oysa hayatim dedigi neyse kisinin,donup incelediginde bir dizi tesaduf ve neredeyse el yordamiyla alınan kararlar dizisinden baska bir
sey olmadigini anlar. tuhaf,
onceden kestirilmesi hem olasi hem de imkansiz minicik milyonlarca kavsak...
eve donerken her gun izlenilen yolun nedensiz bir anda degistirilmesi, can sikintisiyla girilen bir kitapcidan alinan bir kitap, gazetede tesadufen görülen bir ilan, laf olsun diye izlenilen bir film.
iste o yuzden ne zaman uzaklara gitsek
yasadigimiz sehrin, kendimizin, bedenimizin, ruhumuzun degistigini, zaman zaman taninmaz hale geldigini goruruz. bu siradisi duyguyu ,degisimi bir kez tadanlar,
bir daha..
bir daha yasamak icin,
hep kacmak isterler sehirden,kendilerinden. boylece yasadigi sehrin ve kendisinin yabancisi olur insan
kişinin aşırı özgürlükten dolayı kafasındakileri sorgulaması. sartre' nin ' insan özgürlüğe mahkumdur ' sözüne saplanan kişinin, anarşiye yönelerek toplumdan kopmasıdır.
Ağaçlar yitirmişler artık ağaçlıklarını gözümde.
Dallara rüzgarda yelken açtıran yapraklar da tükenmekte.
Yemişler tatlı, ama sevgi yoksulu.
Bir susuzluğu bile gideremiyorlar.
Ne olacak şimdi?
Gözlerimin önünde kaçmakta orman,
kulaklarımdaki kuşlar sessizliğe gömülmüş,
kalmamış bana döşeklik edebilecek bir çayır. Bıkmışım artık zamandan,
ve zamanın açlığı içimde.
Ne olacak şimdi?
Ateşler yanacak gece bastırdığında dağlarda.
Yoksa davranıp yine koşmalı mı oralara?