mika raun'un tuvalete para atmasından sonra daha çok sevmeye başladığım bir sıla şarkısı. teşekkürler mika raun. "göre göre hata da yaptım, pişmanlığım çok".
"Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.
Bakımevi'nden bir telgraf aldım:
Anneniz öldü. Cenazesi yarın kaldırılacak.
Saygılar.
Bundan pek bir şey anlaşılmıyor. Belki dün ölmüştür."
Şeklinde bir girişe sahip olan Albert camus eseri. Kitaptaki karakterimiz giriş itibariyle her ne kadar üzüntüden veya benzeri bir duygudan bu sözleri sarf etmiş gibi görünse de hayır, aslında kitabı yarıladığınızda fark ettiğiniz gerçek; karakterin gerçek bir umutsuz vaka olmasının yanı sıra umarsız ve umursamaz bir psikoloji içinde olmasının ortaya çıkardığı sonuçla ciddi anlamda dediği gibi, gerçekten o an bu gerçeği bilmemesinden ötürü o sözleri dile getirmesidir. Aslında o kısımda annesi için üzüldüğü bir durum söz konusu değildir.
Oysa girişi ne duygusal görünüyor; annesi için aklını, günlerini şaşıp yitirmiş bir evlat gibi.
Albert camus'un şaheseri. Yeniden okumaya başladım. Meursault gibi hissiz, ruhsuz bir adam distopik eserlerde bile yoktur. Camus bu karakteri nasıl bir kafayla yazmış merak ettim doğrusu.
empati yoksunu psikopat bir orospu çocuğu içeren kitap.
annesinin cenazesinde kafayı sıcak ile bozmuş.
sürekli ön yargılı, umursamaz, kimseye sevgi beslemez, yakınlık duymaz.
basit bir mahalle kavgasında adam vurur. yetmez yerdeyken şarjör boşaltır.
mahkemede konudan farklı düşüncelere dalar. merie'nin memelerini hayal eder.
Roman kahramanı meursault un savunmasında takım elbise giyerek aglak bir sekilde pismanım demedigi, sadece fikirlerini dürüstce ve duygu katmadan söyleyip yasadığı icin, hayatında hicbir şeye hicbir kisiye baglanamadığı ve bir anlam katmadığı icin toplum tarafından bir yabancı bir cani gibi görülerek mahkum edilmesini anlatan albert camus romanı.
Aidiyetsizliğin vücut bulmuş hali. Gerek Camus'nün, gerek Hemingway'in ve gerekse de henri barbusse'nin yabancılarında ortak olan nokta "Gerçekdışı" olgusudur. Üçü de gerçekliğin dışında yer alırken, gerçeğe ciddi bir tepki gösterirler. Bir prototip oluşturmak elbette mümkün değil ama bu üç yazarın "Yabancı"ları kalıplaşmış olan pek çok şeye tepkilidirler. Nietzsche'nin "Ahlaksız" olarak erdem sahibi kıldığı insanlara da benzerler.
toplumdaki olaylara toplumla aynı tepkiyi vermediği için cezalandırılan bir adamın öyküsünü anlatan albert camus’un nobel ödüllü kitabı. öykü baştan sona ana karakterin ağzından anlatıldığı için “ günlük mü okuyorum lan ben” diye de tepki vermenize neden olabilir.
Bir albert camus kitabı. Hiçliğin, boşvermişliğin romanıdır ; anakarakter kendisini tüm toplumdan ve normlardan soyutlamış, kalıpların dışında, her şeye ve herkese, kendisine bile yabancı kalmış bir adam. ve bu bakış açısıyla ölüm, sevgi, yaşam gibi kavramlara yer veriyor ve sorgulanıyor. Aslında insanı insan kılan mutlak, yaşaması gereken konu ve duygularda karakterin hissizleşmesini, durgun ve ruhsuzlaşmasını Çok gerçekçi bulamayıp, eleştirsem de yine de düşündüren, betimlemeleri muazzam, okunmaya değer bir roman.
Bu romanı okuyunca üzülmenin, ağlamanın ve sevmenin saçma olduğu hissine kapıldım.
Duygusuz bir roman ama bir o kadar mantıklı. Bazen kendi kendime sorarım aşkı, üzülmeyi toplum mu bize öğretti. Gerçekte bunlar, Özden gelen şeyler değil mi? Gerçekten insanın varoluşu Özden önce mi gelir?
Toplum ve toplumu oluşturan insana dair ve yine toplumca oluşturulmuş değer yargılarına karşı uyumsuz olan kahramanın topluma yabancılaşmasını, toplumu oluşturan diğer bireylerce ötekileştirilmesini konu alan varoluş felsefesine ve insan algısına dair düşündükçe derinleşen müthiş bir eser. Kitabı okuduktan sonra aldığınız lezzet okurken aldığınızdan daha fazladır.