(Tarafsız bir siyasi görüşü olan bir ekonomistin köşe yazısının başlığıdır. ilgili metin tamamen alıntıdır ve Sigaraicmeyencarsitaraftari olarak hicbir kelimesinin bana ait olduğunu iddia etmiyorum çok güzel bir yazı okumanız dileğiyle..!)
Öncelikle bu sözü slogan haline getiren Timuçin Bayram’a teşekkür etmemiz gerekir. Biz ezber sevmeyenler için uzatmadan konuya girelim.
Son günlerde gündemimize düşen olaylardan biri de benzine yapılan zam. Ben bu kadarına yetişebildim. Bunun gibi daha birçok önemli gider kalemlerimizde zam var. Peki gelir kalemlerimizde zam? YOK!
Şu bir gerçek ki bu zamana kadar birçok ekonomist hükümeti sevmese bile ekonominin son 10 yıldır iyi olduğunu söylemiştir. Cumhurbaşkanı her konuşmaya çıktığında duymaya alıştığımız yükselen sayılar var. Madem herşey bu kadar artıyor, ekonomi de iyi iSE, ben soruyorum neden bizim alım gücümüz sürekli azalıyor?
Alışverişe gittiğinde ikisi arasında tercih yapmak zorunda kalmadığın bir ürün var mı? Benim yok…
Fiyatına bakmadan rahatça alabildiğin ürün var mı? Benim yok…
Nedeni şu, ekonomi iyi olduğu zamanlarda (şuan ufaktan ufaktan sıkıntıdadır.) gelir dağılımı düzgün değildi. O yüzden maalesef büyüyen ekonominin halkın alım gücüne faydası olmamıştır. Ekonomi büyüdüğü kadar eğer halkta alım gücü de artıyorsa, bu ülkeyi KALKINDIRIR.
Bizim ekonomimizden ziyade gelir dağılımımız doğru olmadığı için, zenginlik alt sınırıyla, fakirlik üst sınırımız arasında uçurum var. Bu yüzden zengin daha zengin, fakir ise daha fakir oldu.
Geçenlerde Borsa istanbul’un (BiST) ilk kez 100 puana eriştiğini duyduk. Aslında bu sevineceğimiz bir haber olabilirdi, eğer zamanlama doğru olsaydı. Türkiye genelinde birçok fabrikayı inceliyorum, ülke genelinde üretme sıkıntımız var. Kimle konuşsam bu senenin üretim hacmi geçen senenin üretim hacmine göre neredeyse %50 daha düşük. Hal böyleyken borsanın ilk defa bu şekilde yüksek olması, acaba yapılan yatırımlar şişirme bir yatırım mı diye düşündürüyor. Eğer bunlar şişirme bir yatırımsa ve yatırımcılar bize yükledikleri bu parayı aynı anda birden çekmeye kalkarsa (veya satmaya) ülkece ani ve büyük bir zarara uğrayacağımızı söyleyebilirim. Referandum öncesi Maliye Bakan Yardımcısı’na ülke genelindeki üretim hacminin düşüşüyle ilgili bir sorum olmuştu. Kendisi bu zamana kadar yatırımcıya ve üretimciye yapılan teşviklerin yine devam edeceğini söylemişti. Yani yeni bir şey YOK.
Bu birbirinden kopuk gibi gelen 2 konuyu niye anlatıyorum. Bunlar ülkece açığımız. Bu açık nasıl kapatılır?
Bir ülkeyi gelişmemişlik sınıfından, gelişmekte olan ülkeler sınıfına taşımak, diğer aşamalara göre çok daha kolaydır. Bol bol inşaat, köprü, yol vs yaparsınız ve bu seviyeye çıkabilirsiniz. Bunlar yapılmasın demiyorum, sadece devamı önemli. Gelişmekte olan ülkeler sınıfından, gelişmiş ülkeler sınıfına geçmek ise artık bol bol inşaat, yol, köprü ile olmaz bunu farkedebilirsiniz bir tıkanıklık başlar.
işte bu seviyeyi geçmek inovasyon Ekonomisi gerektirir, diğer bir adıyla Hayal Ekonomisi.
Bizim artık, yaptığımız ürünlere DEĞER KATMAMIZ gerekiyor. Katılan her değerden PARA kazanılır.
Ülke olarak bunun önemini anlamaya başladık, ve topyekün bir şekilde adım atmaya çalışıyoruz. Şirketler kurumsallaşıyor, artık orta büyüklükteki bir işletmede hatta sıradan bir sivil toplum kuruluşunda bile AR-GE birimi olduğunu görüyoruz. Peki ama neden bazı şeyleri ilerletemiyoruz?
Çünkü potansiyelimizi doğru dağıtamıyoruz. Tıpkı gelir dağılımında olduğu gibi, şirketler kurumsallaşmaya çalışıyor fakat yanlış kurumsallaşıyor. Vizyon sahibi OLMAYAN, her öneriye hep muhalif tepkiyle karşılık veren kadrolarla kurumsallaşmaya çalışmak idam sehpasını kendi ayağımızla itmek gibi bir şey oluyor.
Son birkaç yıldır Türkiye’de şunları duymaya başladık: Endüstri 4.0, Yenilenebilir Enerji, Hibrit Sistemler, Otomasyon, RFID, yazılım, kod…
3 tarafımız denizlerle çevrili, 4 mevsimi de yaşıyoruz, toprağımız bereketli şöyleyiz böyleyiz diye övünürken neler oldu biliyor musunuz?
Doğru düzgün Güneş görmeyen Almanya yenilenebilir enerji kullanma rekorunu kırdı. Bu yıl güneşli ve rüzgarlı günlerde elektrik ihtiyacının %85’ini yenilenebilir enerjiden sağladı.
Toyota hibrit araç üretimine hız verdi. Hibrit teknolojiler sadece otomotiv sektörüyle sınırlı kalmadı, makinanın girdiği her alanda hibrit sistemler kurulmaya başladı.
insansız karanlık fabrikalar oluşmaya başladı. Üretimin sadece yazılımda belirlenen kombinasyonlara göre yapıldığı dijital fabrikalar kurulmaya başladı. 4.Sanayi Devrimi veya Endüstri 4.0 denilen bu devrim yazılım dünyasındaki ilerlemelerle birden hızlı bir şekilde ortaya çıktı.
Türkiye’de bununla ilgili hiçbir şey yapılmıyor diyemeyiz, burada da bazı çalışmalar var mesela;
Aksa Jeneratör, hem hibrit jeneratör üretmeye hem de ürettiği jeneratörleri internet üzerinde uzaktan takip etmeye başladı,
Bosch Rexroth Bursa’da bulunan fabrikasında otomasyona yazılım entegre edeli uzun zaman oldu,
General Electric yine santrallerinde uzaktan takip sistemi kullanmaya başladı,
Endüstri 4.0 boyutuna en yakın çalışan firma ise SIEMENS…
Sektör bazında en iyi olduğumuz sektör ise Savunma Sanayii…
Potansiyelimiz olduğu halde geç kaldığımız şeyler var. Fakat şu an yakalayabileceğimiz bir konu var;
Bu konuda Hindistan’da gözden kaçırılamayacak derecede ilerlemeler mevcut. Çin ve Hindistan, halkı fakir ve geleceğe karşı da umutsuz olduğu için ucuz işçilik bulmakta zorlanmıyor, nüfusun da etkisiyle tesislerinde işçi olarak çalıştırdığı bir yığın insan mevcut. Fakat şöyle bir şey var ki, bu sayıca çoğunluğu bu iki ülke de kullanmak konusunda çok başarılı. Çin ve Hindistan 2030 yılında dünyanın en büyük ilk 3 ekonomisi arasında ön görülüyor ve ekonomilerine baktığımızda, temelini üretim ekonomisi oluşturuyor.
Eğer bu konuda ciddi bir atak yapıp da yakalayamazsak, Güçlü ve Bağımsız Türkiye hayalimiz başka bahara kalır.
Biz sömürgeleşmeyi hep gerçek anlamında, gerçek görüntüsünde arıyoruz. Avrupa’nın Afrika’yı, oradaki halkın alışkanlıklarını değiştirip sonra bu alışkanlıkların devamı getirecek tesislerle ele geçirdiğini unutmamak lazım.
Şu an ise dünya dijitalizm ile sömürülüyor ve buna biz de dahiliz, üstelik çok da memnunuz(!)
Bundan kendimizi hızlı bir şekilde çıkarmadığımız sürece maalesef sanal sömürge olarak kalırız…
--Elif Çetin--
Daha öncede yaşadığım için bazı gözlüklü yazarlarımızın okurken gözlerinde sancı hissettiklerini ve bunun temel faktörünün fazla birleşik ve boşluksuz olduğu yönünde bir eleştiri almıştım.
Boşluk sayısını artırarak daha kolay okunabilir hale getirdim, aynı şekilde göz yorucu bir metin olduysa paragraf sayısını artırabilirim.