Suskunluk alarm veriyordu bütün şehre. Saat on ikiyi bir parmak kadar geçmişti. Alelacele atmıştı kendini evden dışarı genç adam. O'nun hatıralarıyla o evde daha ne kadar katlanma sınırını zorlayabilirdi. Bilmiyordu. Kandırma edimini katlanma eşiğine getirmeliydi. Biliyordu. Sağına soluna baktı, tüm kararsızlığıyla. Gözleri gideceği yere karar vermiş gibi bakarken, mimikleri kararsızlığa oynuyordu...
Sağdan içeri girdi. Beyoğlu'nun varlığı, insan kokusu, kahkahaları iyi gelmiyordu ona. Farkındaydı. Bir an durdu. Düşündü; ''arka sokaktan dümdüz yürür, karşıma ilk çıkagelen meyhanede alırım nefesi'' dedi. Evet, gözleri asıl şimdi kararlıydı ki mimikleriyle uyum içindeydi.
Kapısı kapalı gibi olan meyhanenin kapısına şöyle bir omuz attı. Girdi içeri. Gözlerini bütün odanın içerisinde gezdirerek; yalnızlığına ve derdine en uygun köşeyi seçti. Belledi bir masayı ve sordu kendine; ''bu köşe mi yaraları mı saracaktı yani?'' ilerledi. Çekti sandalyeyi. Oturdu.
Düşüncelerden eğilmiş omuzlarını, çaresizlikten biçimsizleşen iri gövdesini o köşede saklayabileceği hatasına düştü genç adam... Garsona, elini havada yarım derece çevirerek, el etti. Yanına çağırmadan; gözleriyle anlattı istediğini garsona. Gelen rakısından bir yudum alırken, eksikliğini hissettiği yeni sorunlara ihtiyacı vardı. Dert lazımdı, 0'ysa bütün derdini bitirmiş, düşünülmez hale getirmişti sanki yaşanılanları.
- Şu dünyada yaşıyor olsaydım eğer, olsaydım yaşıyor...
- Anlamadım abi?
- Dünya diyorum. Sonra yaşamak bu mudur?
- Abi bir yarım daha ister misin?
- ...
Kime kaldırıyordu ki bu kadehi? Ya sıradakini? Dünya'nın hangi köşesinde, kim için nefes alan nasıl bir canlı için? Kim için? Hem, taklit zamanının da bir sonu vardı. Zaman acıları alırdı da mutlu görünme çabasını yalancı çıkarmaz mıydı?
''Ah kadınım ah... Olaydın burada, tam karşımda... Karışsaydık biz de dışarıdaki kalabalığa...''
Yaşama sebebini arttırmaktı elbet onun bu düşünceleri... Kurduğu her cümle alev topu olup tepelere atlıyordu sanki. Gelişine yolluyordu gönlündeki çözümsüzlüğü sonsuzluğa...
''Yaşamak'' diye yineledi fısıldamasını... Ve ekledi; Bir boşluk görürsün. Takılacak gibi olursun hani... Yaka paça bir bankta bir sabah uyanmışçasına sersem, tutuklu duygular. ilerlemeyi engelleyen zamanlardaki gibi... Yürümene mani olacak hiçbir şey yoktur halbuki o boşlukta. Bir adım atsan kayar gider ikinci adımın da. Öyledir, boşluk içine çeker. Ben o boşluktayım. Tam başlangıcında... Üç yıldır, o boşlukta tek adımım kaymıyor. ilerlemiyor gülüşüm. Düşünemiyor zihnim... Karalar alıyor ruhum tek bir yabancı el dokunuşundan! Kezlerce kez okşansa da iyileşmeyecek olan karalar...
Yürütmüyor beni zaman, yaşlandırmıyor... Yaşlanma prognozluğumu tamamlayıp ebedi aleme açılan kapı varsayıyorum yolumu, acılarıma dokunuyorum sonra... Hala dinçler! Dün gitmiş gibi sanki sevgili. Hala acıtıyor düşünmek. Hayal etmekse imkansızlaşıyor. Dokunduğum o saçları hayal alemine taşıyamıyorum. Hayal kırıklığım tahammül sınırımla kanlı bıçaklı olmuş...
Ben üç yıldır... Ben üç yıldır, yaşamanın hayaliyle yaşıyorum... Kurduğum her kelime düşman oluyor daha noktayı koymadan... Sebepsizce akıyor konuşmalarım, hiçbir amaca hizmet etmiyor. Tiksiniyor sevgililer bana bakarken, ''bir kadını yaşatamadın mı'' diye soruyor... Açıklamama bir dakika izin verin, ''sevdim ben ve bekledim'' diyorum. Son kelimemde yok oluyor, yaşamamdan dahi hesap soran o kalabalık. Kin dolu bakışların yerini bir sis bulutu alıyor. Yok olmuş küfreden de, sorgulayan da çok geçmeden... ''Bir dinleyin yahut bir hak verin...'' diyorum, yine de ikna edemiyorum önyargılı zihinleri...
Ölüm elimde olsaydı eğer, diyorum. Ölüm eğer elimde olsaydı; kendimi yaşatmazdım ben... Acımam. Üzülmem. Gık etmem. Üç yıldır nasıl değiştiğimi merak dahi etmeden, aynalara düşman olmadan öyle konarım ölüme... Ölüm olur giderim... ''
''Hey!''
''Abi kapatıyoruz'' Duymazdan geliyordu genç adam. Daha söyleyeceği cümleler bitmemişti. Yine zamana yenik düşmüştü. Son kez tekrarladı garson; ''Kapatıyoruz artıkk!'' Artık kelimesinin sonundaki ''k'' harfini öylesine vurgulamıştı ki, sanki saatlerce ona anlatmıştım bütün derdimi. Ona kusmuşçasına çaresizliğimi, tereddüt dolu bakıyordu bana. Garsonu ikilemişler mi ne? Ya da içkinin etkisiyle bana mı öyle geliyordu...
''Ee, tamam be duyduk!'' Sağa sola yaylanan gövdemle, tek bir nefeste kurabilmiştim cümleyi. Neyse ki tok sesim de gücünü koruyordu. Sesimle korkuttum sanırım, garsonu. Yoksa bir cevabı layık görürdü...
Düzlüğe çıkmayacağını bilsem de bugünün, alışkınım ben yalnızlığa, suskunluğa... Ölümün yolunu tek başıma da bulurdum...
ben bir nefes alıp kaçacaktım halini vücuduna saklamış insanın iç sesi. "gibi" lerinin etkisiyle durdurulamaz kaçış paradoksuna giriş yapacaktır, farkında değildir.