varoluşun nerden kaynaklandığına göre, çok değişik yollarda irdelenebilecek bir sorunsaldır.
1. olarak tanrı'nın varlığı;
insan bir yaratıcının olmamasındansa, herşeyi kontrol eden yasaklar koyan emirler veren bir olgunun olmasını yeğler. bu insanlığın varolduğundan beri böyledir. bundan 700 bin yıl önce ilk insanların (homo sapiens) ortaya çıktığı dönemlerde, düşünsel evrimin başlarında insan açıklayamadığı olayları kutsal güçlerle açıklamaya çalışmışdır. ateş, gökyüzü, ay, güneş vs. tanrı olarak anlamlandırılmış kutsallığı insan yüklemiştir.
"tanrı var mı?" sorusu insanlığın aklına ilk düştüğünde tanrı varolmuştur, aslında. yeni ergen olmuş gençlerin ilk aklına düşen soru, tanrının insanlara neden ihtiyaç duyduğu olur her zaman. aslında insanın tanrıya ihtiyacı vardır.
devamlı birbiri üzerine yüklenen normlar, toplumun devamını ve insan ırkının yok olmaması adına iyiliği ve kötülüğü; doğruyu ve yanlışı tanrının emrettiği varsayımına göre yapılandırmıştır.
fazla uzatmadan tanrı'nın varolduğu bir dünyada yaşamak oldukça kolaydır. yapacakların ve yapmayacakların belirlenmiştir, aslında bir yaşama klavuzu hazırlanmıştır. üstelik bunlar kutsallıkla ve emredici, sorgulamasız olarak sana verilmiştir.
platon, aristotales, epikür, kant insanların yaşamak zorunda olduğunu ve kendi yaşamlarına son vermelerine karşı olduklarını belirtmişlerdir.
2. tanrı'nın yokluğu;
bu varsayımla insan dünyada olmasını sorgulamayla başlar, serüvenine. insanlığın ilk zamanlarında varoluş açıklanamazlığı, bilgi eksikliğinden kaynaklanmış; din, insanlığın aklını rahatlatan bir uyuşturucu halini almıştır. kimi zaman din belli merkezler tarafından kullanılmış, kimi zaman iyiliği ve kamiliyeti insanlara kutsal değerlerle yaymak, kolaylığı ve vuruculuğuyla daha çok tercih edilmiştir.
------
bernard shaw, 1935 yılında afrika'da mombasa şehrinde, muhammed abdülalim sıddıki el-kaderi ile aralarında geçen görüşmede dikkat çekici ifadeler yer vermektedir: "gerçekten islam peygamberine büyük bir hürmet duyuyorum. ve pek iyi bir şekilde anlayabiliyorum ki, okuma yazması olmayan, cahil, kaba bir ırkı, düşük moral değerleri olan insanları, yüksek değerlere sahip, hak ve hukuk peşinde koşan insanlar haline getirme işi, cehennem gibi korkutucu, cennet gibi mükafat vaat edici tasavvurlar olmadan mümkün olamazdı. kur'an'ın kuvvetli ve vurucu belagatine de hayran olmamak elde değil. masum çocuklarını diri diri toprağa gömen veya öldürenlere kur'an'ın sorduğu şu soru ne kadar anlamlıdır: 'hangi suçundan dolayı öldürdün?' benim görüşüme göre islam, bu halkı, insanları kurtarmanın en etkin yolu olsa gerek"
ayrıca;
"bir dindarın bir şüpheciye göre daha mutlu olmasının, sarhoş bir kişinin ayık bir kişiye göre daha mutlu olmasından farkı yoktur." bernard shaw
-------
durum böyle olunca, anlam yüklenmemiş bir dünyada yaşam, yaşamaya değer mi yoksa değmez mi sorunsalı ortaya çıkmıştır.
bu konuyu daha önce düşünen felsefe adamları zenon, stoacılar, seneka, monteigne, hume intiharı savunmuştur.
-------
sonuç olarak, insan tanrıya mutluluğu adına inanmak ister. cenneti elde etmek mutluluğa giden serüvendeki tanrının hediyesi, insanın hayaldir.
yaratıcıya inanmamak insana kötülük, umutsuzluk ve mutsuzkluk getiriyorsa, tanrı vardır. insanın tanrıya ihtiyacı ve tanrının varlığı sözkonusudur.
veya, yaratıcının yokluğu daha mutlu ve aklı ön plana çıkaran bir yaşam veriyorsa, tanrı yoktur.
bitiş: hayat aslında yaşamaya değmeyecek kadar saçmadır, ancak bununla birlikte yaşamak gerekir.
40 metre yüksekte dengeni kaybedip sadece 5 parmağınla tutunmaya çalışırken hayata,
salt akşama arkadaşlarınla birlikte yemeye söz verdiğin tam yağlı 1.5 porsiyon iskender için bile hayat yaşamaya değer diyerek cevaplandırılacak sorunsal.