düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle, ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp
bozuk paralar gibi savruluyorsak kaldırımlarda
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın
ömrünü piç bir bebek gibi bırakmanın
bulvarlara, bozgunlara ve yalan yanlış aşklara...
"Yolcular,mazlumlar,çardaksızlar
Biz güneşte çekmiş serin kır kahveleri
Biz ışıkla sözün tılsımında
Ve sabrın yankısında saklananlar
Biz sesinden başka sokağı
Düşünden başka vatanı olmayanlar
Biz yağmurlarda şemsiyesiz yıkananlar
Yakılanlar,yakınanlar
Biz lanetli kişiler,ötekiler
Biz türkü söyleyenler!
Biz sürgünler,kefensizler
Biz aylak günlerin upuzun şarkıları
Biz biat etmeyenler!
Bütün namlular bize göredir
Bize göredir çarmıhlar,mezarlıklar
Bize göre yalnızlıklar
Biz şehre duyurulan bir kara haber
Biz bütün ölmüşler,gömülmemişler
Biz yazgısında gül bitmeyenler
O seslerin içinde sestik bir zaman
Yankısı boğuldu,suflesi yalan
Biz de o düşlerin içinde düştük bir zaman
ben şu kısa boylu hayatta uzun boylu kederlerle acırım..yorar beni şu telaş, şu karmaşa..bir sığınak aranırken şu uğultuda, bir aşk gelir, bir yara..bir yara..bir yara daha! eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman..bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır..kimse bilmez be canım,
bir yara bir ömrü nasıl kanatır *
kendisiyle ilk tanıştırıldığımda nefret etmiştim.. hatırlıyorum da..
cümleleri ağdalı, savunduğu şeyler boş, savunma şekli yapmacık ve sikindirik gelmişti..
benim zaten şiir namına yegane sevdiğim şey "sevmek kimi zaman rezilce korkuludur, insan bi akşamüstü ansızın yorulur" mısralarıydı.. edebiyattan da edebi konuşanlardan da nefret ederdim,ki bu hala baki.
sonra bi gün ahmet kayanın bi şarkısını dinlerken sözleri kesin yusuf hayaloğlu diye umup gugılda arattım.. yılma odabaşınınmış..
adı yılmaz olanları hiç sevmem.. herkeste olan isimlerden nefret ediyorum çünkü.. ama bu adamı adına rağmen sevdim.. doğunun bağrından kopup istanbula ankaraya izmire gelen hemen her tc düşmanı gibi şiirlerindeki çok ses çıkarmadan , dağlara ovalara bayırlara, bi başka vatana özlem mevcut.. bunlar sizi rahatsız etmediği sürece, bu malca kavgayı dışardan çocuk parkında çocuk kavgası izlermişsiniz gibi izlediğiniz sürece bu simgeler de size batmıyo.. geriye sadece sikime yaramasalar da, art arda güzelce dizildiler mi insanın içini bi nebze rahatlatan kelimeler kalıyo..
bir nehrin tükenişi diye bi şiiri bu adamın.. hayatımda ilginç bi biçimde bi iki kere farklı yerlerinden alıntılar yaparak bu şiirle suçlandım.. bu şiiri bilmeyenler bile bu şiirle suçladı beni.. sonra suçlamalar bitti, davalar düştü, cezalar çekildi, zaman her bi anıyı istisnasız sildi temizledi.. fakat geriye tek deyim kaldı bu şiirden, sularını kaçıran bi nehir gibi uzak olmak..
bazen soruyolar, nasıl oralar anlat, şimdi olsa gider miydin neler yaşadın diye.. tam olarak böyle işte.. bu şiir gibi uzakta olmak..
iki arada bi derede, tükenmiş bitmiş.. ne olduğunu bilemeyen, çekinik, ne orda ne burda, ne nehir ne deniz.. hasret özlem hasret özlem hasret özlem.. gurbetin 0-1 sistemi..
sözlükte vardır mutlaka ama yine de yazıyım meşhur şiiri de ;
"Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun,
seni soruyorum,
hiçbir şey bilmiyorsun..
Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım;
sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın..
Tükenişi bir aşkın,
bir nehrin tükenişine benzer.
Ne deniz olabildin,
ne nehir kalabildin..
Kendin ol, kendin ol
Sen buysan başkası ol..
Buysan kederden öleceğim,
başkası olursan kimi seveceğim?
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen;
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen"
"bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır, toprak eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır." dizelerinin yaratıcı şair- yazar. "bir kürdün eylül defterleri" diye de şahane bir kitap yazmıştır.
yazdığı satırları okurken, hayatınızı daha anlamlı,daha yaşanılır bir dünyada ve yaşayıp anlamlandıramadığımız bu her şeyin ne kadar hüzün dolu olduğunu görürsünüz.
sözlükleri fazlaca ciddiye alıp canı sıkılmış şair. twitter'da bol sitem ve kötü söz yazmakta. bütün sözlükçüleri evde baba parasıyla alınmış bilgisayarların başından, bilip bilmeden ahkam kesen ergenlere indirgemesine ben de mi sitem etsem ki. *
"Geliyormuşum;
pencerelerde yaz
ve bileklerimde bayat bir intihar
Oysa ölünecek bir şey yokmuş,
gidince sen,
yaşanacak bir şey olmadığı kadar
Yanıyormuşum;
vardığım yere bırakıp kendimi.
Atlasında yeryüzünün
çılgın
ve çirkin
ve hüzünle oyalanan.
Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan...
Ölüyormuşum;
senin saçların uzuyormuş üstelik.
Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun.
Bedenin tecritmiş geçliğinden,
ikisi de yalnızmış,
geceler öpüyormuş memelerinden...
Bense geçliğimi pazarlıksız
ve hızla geçtiğimden;
bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa
kestiğimden,
piç kalmış aşklarla avutup kendimi,
bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri,
gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde,
neşter ve gülüyormuş hayat.
Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum..."
gibi efsanevi bi şiirin altına imzasını atmış şair.
yüzünü aradım: kalan kuşlar sen bu kentteymişsin gibi uçuyorlardı. insanlar kalabalık ve kabarıktı; silahları ellerine, tetikleri parmaklarına göre seçiyorlardı.
yıllar önce sevgilinin elinde gördüğüm buğulu atlas kitabıyla tanıştığım, siyasi görüşlerini benimsememekle birlikte şiirlerini çok ama çok sevdiğim şair. kıymeti bilinmeli...
gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın
gittiğin yer bir uçurum kadar uzak
herkes yeniden yazgısına kanacak
gittiğin yer kalbimde hep kan kadar sıcak
gittiğin yeri anlamak
gittiğin yeri ağlamak
bir çerçevede yarım bir gülüş
ve yalnız bir fotoğraf bırakarak
yine bahar açacak, güvercinler uçacak
gittiğin yerlerde sana kimler bakacak?
gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın
gittiğin yer bir uçurum kadar uzak
seni benden zaman, seni ölüm alırdı ancak
gittiğin yer hasretimin kavalyesi olacak..