inanılmaz etkileyen, hayatınızın sonuna kadar unutamayacağınız, hastalıklı bir aşk nasıl yaşanır sorusunun cevabını bulacağınız, birini hiç böyle sevdim mi? gibi sorulara sürükleyen, tekrar tekrar okunulası kitaptır.
karakterlerin kendi içlerinde çelişkileri,bencillikleri,kötülükleri,birbirlerine zarar verirken aslında en çok kendilerine zarar vermeleri her bir diyaloğu efsanedir.
--spoiler--
"affetmek, şu gözlere bakmak, şu harap olmuş ellere dokunmak çok zor! beni bir kere daha öp, gözlerini görmeme fırsat verme. bana yaptıklarının hepsini affediyorum. katilimi seviyorum ben... ama ya senin katilini? onu nasıl sevebilirim?"
--spoiler--
ralph fiennes 'in heathcliff abiyi, juliette binoche 'un hem cathy'yi, hem de kızını oynadığı film versiyonu bu akşam tv8 'de yayınlanmış ve ortalıktaki temiz mendil sayısında ciddi azalmaya yol açmıştır.
Ingiliz edebiyatı şaheserleri arasında en başlarda yer alan bu roman çok meraklı bir konu üzerine kurulmuş olmasının yanında, yazı tekniği bakımından da değer taşır. Emily Bronte eseridir.
ilk baslarda sikici gelmesine ragmen kesinlikle birakilmayip okumaya devam edilmesi gereken kitaptir. sonradan bir sarar bir daha birakamazsiniz. begenimi almis bir klasik olup, emily bronte tarafindan yazilmistir.
okuduğum en iyi aşk ve aynı zamanda intikam romanlarından biri. filmi de var ama izleyemedim bir türlü.
kitap, hem hikaye, hem de dili itibarıyla edebiyat tarihinde özel bir yere sahiptir. rahatlıkla bir başyapıt denebilir kitap için.
üzerinden biraz zaman geçtiği için tam anımsayamasam da karakterler son derece doğaldı ve çok iyi tanıtılmıştı okuyucuya. cümleleriyle, betimlemeleriyle her bir karakter okuyucunun kafasında rahatça ete kemiğe bürünebiliyordu. kötü karakter o kadar ince düşünülerek yaratılmış ki hiçbir yerde bu kadar da olmaz dedirtmiyordu size. her söylem, her eylem son derece insani ama son derece de kötüydü. yani sınır biraz aşılsa tüm inandırıcılığını kaybedebilirdi karakter ve hikaye ama yazar çok iyi kurmuş bu dengeyi. über bir kötü adam yaratmış ama aynı zamanda o kötü adamı insana özgü duygularla fazlasıyla donatarak gerçekçi kılmış. dünya tarihinde bu işi en iyi yapan, yani bir karakterin ruh halini, duyguarını en iyi yansıtan, aklını hatta ruhunu okuyan yazar dostoyevskiydi tartışmasız. bu kitapta da emily bronthe ana karakteri bir dostoyevski edasıyla hazırlayıp sunmuş okuyucuya. o akdar ruh çözümlemesine girmmeiş elbette ama ana karaktere yaşattıklarıyla, söylettikleriyle okuyucuya fazlasıyla hissettirmiş ana karakterin duygularını.
ayrıca; kitabı okurken hep erol taş canlandı gözümde nedense. *
#19146828 burada pride and prejudice hakkındaki fikirlerimi ifade etmiştim. bu kitap hakkında da çok farklı şeyler düşünmüyorum.
görüyorum ki herkes heathcliff'e hayran, ne derece muazzam bir aşık olduğundan bahsediliyor. dünya heathcliff tarafından sevilmek isteyen insanlarla dolu.
insanların ne ara böyle ciddi psikolojik sorunlar yaşadığını, ne ara bu hale geldiklerini merak ediyorum. çok enteresan gerçekten. bak güzel kardeşim, senin iç çekerek okuduğun o heathcliff var ya, deli o. bildiğin deli. nefretinden delirmiş. intikam alıyor güya ama kimden intikam aldığı da belli değil. tanıdığı herkese bir şerefsizlik yapıyor, bu sırada kimden neyin intikamını aldığını o da bilmiyor. işin aslı, catherine evlendikten ardından da öldükten sonra bu herifin yaşaması için hiçbir sebep kalmıyor. yeryüzünde bir tek seveni dahi olmayan, kimsenin kendisini sevmesine müsaade de etmeyen ruh hastasının teki heathcliff. ama nedense kendini öldürmeye falan da çalışmıyor, can tatlı geliyor herhalde. bu yüzden temelsiz, saçma sapan bir intikamın peşine düşüyor. çevresindeki herkesin ağzına sıçıyor beyefendi. dayak, küfür, insanların geleceğini ellerinden alma... ne istersen var elemanda. kendi öz oğlu ya da sevdiği kadının kızı bile perişan oluyor bunun elinde. sonra neymiş efendim, çok büyük aşıkmış bu heathcliff. öyle aşkın ızdırabını... olay ne biliyor musun? şimdi bu herifin hiçbir zaman gerçek bir ailesi olmadı. onu malikaneye getiren adamcağız iyi davransa da hem diğerlerinin kötü tutumu hem de kimsesizliğin kendisine aşıladığı pervasızlık hali earnshawları bir aile olarak görmesini engelledi. ailesi yoktu yani. parası da yoktu. tamamen çulsuzdu. sevdiği bir kız vardı sadece. catherine. ama o da evlenip gitti. yani hiçbir şeysiz kaldı bu adam. ama o derece hırslıydı ki bu hiçbir şeysizlik zaten çok sağlam olmayan ruhunu iyice hırpaladı. tam bir ruh hastasına dönüştü. hayatın ona vermediği, sahip olamadığı her şeyi şiddetle, hileyle, türlü türlü ibişlikle almaya çalıştı. önce muhtemelen kötülükleriyle bir miktar paraya sahip oldu sonra da önce earnshawların ardından da lintonların mülklerine hileyle sahip oldu. sonra ailesinin yokluğunu telafi etmek için oğlunu zorla yanına aldı. sevdiği için değil, sırf sahip olmak istediği için. ama ölüp gitmiş olan catherine'i geri getiremiyordu tabi. bu yüzden onu elde edememek gittikçe delirtti heathcliff'i. ağlamaları sızlamaları aşkından değildi. ona sahip olamamasındandı, hiçbir zaman da sahip olamayacağını bilmesinden.
uzun lafın kısası öyle "bin yılın en büyük aşığı" falan değildi heathcliff. ruh hastası bir ibişti sadece. catherine'in kocası edgar çok daha fazla aşıktı. aşk bazen hastalıklı bir duygudur evet, ama heathcliff'inki gibi değil. edgar da catherine'i heathcliff'ten kıskanıyordu ama hiçbir zaman onun gibi psikopata bağlamadı.
hee, diyeceksiniz ki "ama neler çekti heathcliff!". o daha fazlasını hindley'nin oğlu hareton'a çektirmedi mi? evet, hareton da arızaydı ama heathcliff'le boy ölçüşecek seviyeye hiç gelmedi. ruhen ve kişilik olarak ondan çok daha sağlamdı çünkü.
biraz da kitabın kurgusundan söz edelim. kitap baştan sonra çok iyi kurgulanmış, hiç boşluğu olmayan bir roman gibi görünüyor ama değil bana kalırsa. bir kere heathcliff wuthering heights'ten kaçtıktan sonra nasıl o kadar zengin oldu? "olmuş işte bir şekilde" diye geçiştirilebilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum bunun. çünkü az buz değil, epey parayla dönüyor. iki kapkaç, iki gaspla olacak şey değil yani. bence heathcliff'in zengin olma hikayesi olmalıydı eserde.
artık bitireyim yavaştan. açıkçası çok memnun kalmadım ben kitaptan. herkes bir trip, herkes bir ruh hastasıydı. şizofreniden paranoyaya, megalomaniden sadizme kadar her türlü psikopatlık, ruh hastalığı vardı ve bir yerden sonra karakterler sinir krizi geçirdikçe daha fazlasını sıkıntıdan ben evde geçirmeye başladım. eline kıymık batan sinir krizi geçiriyor anasını satıyım, bir kere de değil bin kere oluyor aynı şey kitapta. sıkıyor, bunaltıyor. gotikte bunlar vardır, olabilir ama bu kitaptaki o kadar abartılıyor ki melodrama kaçıyor.
sevemedim. olmamış. hele heathcliff hiç olmamış. eğer emily bronte bu karakteri okurların algıladığı gibi "çok büyük aşık" olarak yaratmışsa ayıp etmiş. kendisi ancak köyün delisidir zira.
trajik bir yaşamı olan emily bronte eseridir. kitabı ortaokuldayken okumuştum. filmini bugün izledim. okuduğumda çok etkilememişti ama filmi izledikten sonra kitabı tekrar okumanın faydalı olacağına karar verdim. önce okuyun sonra izleyin.
iki kez ingilizce bir kez türkçe olmak üzere üç kez okuduğum filmini izlemenin kısmet olmadığı ve nefretim kederimden isimli şarkıyı ne zaman duysam aklıma gelen güzel emily bronteromanı.*
twilight i tekrar tekrar okudugum zamanlarda bella ugultulu tepeleri okuyor diye merak edip aldigim muhtesem bi romandir. Emily Bronte nin tek romanidir. Büyülemistir beni.
Kitabin filme en iyi uyarlanmasi ise 1992 yapimi basrolde Juilette Binoche nin oynadigi Wuthering Heights (kitabiyla tabiki de ayni ismi) idir. Aglatir film. En cok etkilendigim yer ise Cathy öldükten sonra Heathcliff in huzur icinde yatmasin yatmasin ki ruhu huzur bulmayip bana dadansin beni delirtsin ki yeter ki sensiz kalmayayim demesidir.
ingiltere'nin soğuk havasını kesinlikle bu kitapta hissediyorsunuz. Kitap çok kasfetli fakat benim en en sevdiğim aşk romanı. Heathcliff sen nasıl bir adamsın ya cidden kafanın içinde neler döndüğünü görmek isterdim. Kitabı iki gecede bitirdim bir hafta etkisinden çıkamadım. Okumayı düşüneniz varsa kesinlikle vazgeçmeden okusun derim.
Emily Bronte gencecik yaşında böyle bir roman yazmış helal olsun gerçekten.
Emily bronte tarafından yazılmış, türkçeye "uğultulu tepeler" şeklinde çevrilmiş romandır. Eğer ingiliz dili ve edebiyatı bölümünde okuyorsanız bu romanı derste işlersiniz.
Okumamın 2 ay sürdüğü kitaptır. Aslında çok sıkılarak okudum ortalarına kadar ama bazı konularda heatcliff ile benzer yaşam tecrübelerim beni romanın içine attı. Bu sabah bitti ve ben çok etkisinde kaldım. Okuyun bir şeyler kazanacaksınız.