müziğin ritmine bırakmışım kendimi, sanki farklı bir alemdeyim.
her nota ruhuma işleyen bir ilahi kudret gibi, her parmak hareketi yaprakları titreten rüzgarın kudreti. jimi hendrix gözüküyor işte, ve gitarı ağlatışı gözümüzün önünde.
her yer savaş karşıtı yazılarla dolu, herkeste dünyayı iplememenin verdiği boşvermişlik hissi.
çadırlardan yükselen çığlıklar bas gitarların bam bamlarına karışıyor. joan baez sanki afroditin çirkin hali. ama sesi kulaklarımda yankılanınca güzellik-çirkinlik sadece birer maske oluyor ve hiç inanmasam da "ruh" denilen şey ortaya çıkıyor. joe cocker hayatımda duyduğum en güzel aksanlardan birinde şakıyor ingiliz ingiliz.
özgürlüğün alfabesi burda oluşturuluyor sanki, kanlarda dolaşan asilik yüzlere aksediyor.
hepimiz savaşa karşıyız ama içimizde verdiğimiz savaş sevişirken hoyratlığını dışarı akıtıyor.
yüzler hep birbirine benziyor, uzun saçlarımız, rahat kıyafetlerimiz var,
söylemler birbirine benziyor, barış istiyoruz, adalet istiyoruz, özgürlük istiyoruz,
hareketler birbirine benziyor, sanki tek vücut gibi şarkılara eşlik ediyor, dans ediyor sallanıyoruz,
şarkılar birbirine benziyor, bağırıyor, çağırıyoruz.
ama farklıyız aslında birbirimizden.
çünkü çoğu kapmış karıları çadırlarda yiyişirken ben açık olan çadırlardan içeriyi röntgenleyip 31 çekiyorum...