szymborska, kamuoyundan uzak yaşamasını seyrek verdiği bir röportajda, ben kültürel bir kurum değilim. kendimi sürekli gösteremem. sabah sekizden akşam ona kadar konuş, konuş, konuş susmak için zamana ihtiyacım var. çünkü şiir suskunlukta doğar sözleriyle ifade etmiştir.
Bazıları -
yani herkes değil. Herkesin çoğunluğu bile değil ama azınlığı.
Okulları hiç sayma, orada zorunlu,
ve şairlerin kendileri,
olsa olsa her bin kişiden ikisi.
Sever -
ama kimisi de tavuk suyuna şehriye çorbası sever,
kimisi yersiz övgüleri ve mavi rengi sever,
kimisi modası geçmiş atkı sever,
kimisi haklılığını kanıtlamayı sever,
kimisi bir köpeği okşamayı sever.
Şiir -
ama ne menem bir şeydir şiir?
Bir dolu sallantılı yanıt
verildi bu soruya.
Ama anlamıyorum ve anlamıyorum ve sıkıca tutunuyorum ona
düşmemizi engelleyen parmaklık gibi.
1939 yılında Naziler Krakow'u ele geçirdiğinde, Yahudilerin toplama kampına gönderilmelerini engellemek için demiryollarında işçi olarak çalışmaya başladı.
*****
Burada yatıyor birkaç şiir yazmış biri,
modası geçmiş parantezler gibi. Ölüye;
Hiçbir edebiyat grubuna katılmadığı halde
Sonsuz bir dinlenme bağışlamış toprak.
hem kadındı, hem şairdi, hem zeki hem de hünerliydi! almadık ödül bırakmadı dünyada. tekrar etmeyeyim şimdi! zira, bir bir yazmış ı belong to che hepsini.
- velhasıl, eli öpülesi kadındı. hem de öpmenin ardından bir de alına koyulası cinsten. geçtiğimiz baharleyin, koyup da gitti bizi. tıpkı öksüz bıraktığı o kedisi gibi.
*****
bir kedi sahibini yitirirse
Ölmek...
Bir kediye yapılabilecek,
En büyük kötülüktür.
Ne yapar bir kedi, yitirirse sahibini?
Duvarları tırmalar, eşyalara sürtünür.
Hiçbir şey değişmemiş, dokunulmamış hiçbir şeye,
Sanki burada...
Her şey farklı, yerinden uzak-
Her şey oysa...
Dışarıdan gelen ses, bildik ses değil.
Yok artık, yavaşça dokunan-
Oda lambasına.
Tabağa balığı koyan el, aynı el değil.
Bir şeyler eksik, tam değil bir şeyler-
Masada...
Zamansız gülüşler, gereksiz sözler-
Odada...
Birileri uğruyor,
Ne bir sevgi, ne bir sıcaklık,
Çıkıp gidiyorlar sonra;
izin verseler,
Sevinecek, paylaşacak oysa.
Bütün dolaplar karıştırılmış,
Bütün çiçekler devrilmiş,
Halı altlarına bakılmış;
Yasaktı...
Gazeteler yırtılmış;
Ne kalıyor geriye-
Uyumaktan ve beklemekten-
Başka...
Ah!
Bir gelse, çıksa ortaya-
Anlardı...
Böyle kötülük, yapılmaz bir kediye,
Ses çıkarmadan, sıçramadan-
Şimdilik...
Sevmiyormuş gibi onu,
Diklenirdi yavaşça, yumuşacık patileriyle.
Diğerlerinden çok daha iyi olacaktı, 20 inci yüzyılımız,
Ama bunu kanıtlayacak zamanı yok artık.
Yılları sayılı,
adımı kararsız,
soluğu yetersiz.
O kadar çok şey oldu ki şimdiye kadar
olmaması gereken.
Olması gerekenlerse
olmadı.
ilkbahar olacaktı yolunda,
ve mutluluk da, öteki şeyler arasında.
Korku dağları ve vadileri terk edecekti.
Gerçek yalanın hakkından gelecekti.
Bazı felâketler
hiç yaşanmayacaktı bir daha
savaş gibi ve açlık gibi ve ötekiler gibi.
Bunlara saygı gösterilecekti:
savunmasızların savunmasızlığına,
güvene ve benzeri şeylere.
Kim bu dünyadan zevk almak istiyorsa
olanaksız bir görevle yüz yüzedir.
Akılsızlık komik değil.
Akıllılık neşe vermez.
Umut
o bildiğin aynı genç kız değildir artık
ve ötekiler gibi. Yazık.
Tanrı inanacaktı sonunda insana:
güvenilir ve güçlüdür,
güvenilir ve güçlü ama
hâlâ iki farklı beşer olduğuna.
Nasıl yaşamalı—bana bunu sordu birisi bir mektupta,
pek çok şey gibi bunu da
sormak istediğim birisi.
Yeniden ve her zamanki gibi,
ve yukarıda görüldüğü üzre
daha acil sorunlar yoktur
denenmemiş olanlardan başka.
Durduk yere aklıma gelen Polonyalı şair. Bir şiirini de ben eklemek istiyorum. Orijinalinin adı "nic dwa razy". Bu isimde şairin içinde derleme şiirleri de bulunan bir kitabı varmış
nic dwa razy (nothing twice)
nothing can ever happen twice.
in consequence, the sorry fact is
that we arrive here improvised
and leave without the chance to practice.
even if there is no one dumber,
if you're the planet's biggest dunce,
you can't repeat the class in summer:
this course is only offered once.
no day copies yesterday,
no two nights will teach what bliss is
in precisely the same way,
with precisely the same kisses.
one day, perhaps some idle tongue
mentions your name by accident:
i feel as if a rose were flung
into the room, all hue and scent.
the next day, though you're here with me,
i can't help looking at the clock:
a rose? a rose? what could that be?
is that a flower of a rock?
why do we treat the fleeting day
with so much needless fear and sorrow?
it's in its nature not to say
today is always gone tomorrow
with smiles and kisses, we prefer
to seek accord beneath our star,
although we're different (we concur)
just as two drops of water are.
stanislaw baranczak ve clare cavanagh'ın ingilizce çevirisi bu. Ben de kendimce ingilizcesinden bir çevirisini yapmaya çalıştım. Anlamını kaybetmesin diye motamot yapmak istedim. Ekşi sözlükteki "firacos" isimli yazarın çevirisiyle karşılaştırarak yazdım, biraz da onunkinden faydalandım. Bunu belirtmesem de olmazdı. Şöyle;
Tekrarı Olmadan
Hiçbir şey tekrardan olmaz
Sonuçta, üzücü durum şu ki
Hazırlıksız geldik buraya
Gideceğiz deneyemeden
Daha aptal birisi olmasa bile
Bu gezegenin en aptalı sen olsan da
Yaz okulunda bu dersi yeniden alamazsın
Bu ders tek seferlik
Değil hiçbir gün dün gibi
iki farklı gece mutluluğu öğretmeyecek
Tamamen aynı biçimde
Tamamen aynı öpüşlerle
Bir gün belki başıboş bir dil
Kazara adını söyleyecek
Ben odaya bir gül atılmış gibi hissedeceğim
Tüm o rengi ve kokusuyla
Sonraki gün, burda benimle olmana rağmen
Saate bakmadan edemeyeceğim
Bir gül?, bir gül? Nasıl olabilirdi ki?
Bu bir çiçek mi yoksa kaya mı?
Neden böyle akıp giden bir güne
Gereksiz korku ve üzüntüyle bakarız
Bunu söylememek işin doğası
Bugün her zaman gitmiş olur yarın olduğunda
Gülüş ve öpüşlerle tercih ederiz
Yıldızımızın altındaki uyumu aramayı
Farklı olsak da (aynı taraftayız)
Tıpkı iki ayrı su damlası gibi.