üzerinden uzunca bir zaman geçmiş olandır... en son 1990'lı yılların ikinci yarısına girilirken bir sahil şeridinde görülmüşler öyle sarmaş-dolaş. sonra ne izine rastlayan var ne de seslerini duyan, böylesine bir aşka şahit olan.
sahi neydi bir zamanlar walkman ve sekizgen kurşun kalemin yazdıkları destan? o zamanlar müzik, henüz öyle kolay ulaşılabilir ve üzerine sifon çekilebilir durumda değildi daha. yemeden, içmeden para biriktirip de bir sony walkman alanlar oldukça şanslılardı. tahtakale'nin yolları aşınırdı vakit o ki... piyasadaki imitasyon ve düşük kaliteli walkmanlerin gücü yetmezdi bu aşkı yaşamaya. zaten sokak aralarında bulunmuş bir orospuyu andırırdı tezgâh açanın ellerinde tuttuğu bu yaldızlı-parlak imitasyonlar. ve ucuz bir bedel karşılığında ucuz sevişmeler satın almak gibiydi onlara sahip olmak. oysa hem ileri sarabilme, hem de geri sarabilme yeteneği vardı bu ucuz orospularda... gene de buram buram kalitesizlikti işte.
tam iki ay açlığımı, derslerime giren türkçe öğretmenim hissedebilir durumdaydı. kaliteli sevişmeler için hep, böylesine bir bedel ödemek gerekirdi. paradan, çok daha fazlası(ki hala da inanırım buna)... iki ayın sonunda bir ortaokul öğrencisi için tekstilcilerin hesaplayamayacağı türden bir birikimdi kotumun cebine sokuşturduğum. o bebek benim olacaktı nihayetinde. sevdiğim şarkıları söyleyecekti bana ve iki ay aç kalmanın karşılığı sadece iki tuşu olan bir walkmane sahip olmaktı. play tuşu ve stop/eject tuşu... radyo kanallarını da hafızasında tutabiliyordu ama gene de geri sarma fonksiyonu olmaması üzüntü vericiydi ve tüm bunlara rağmen sıkı pazarlık yapmak gerekmişti.
o gece kulağımda en sevdiğim şarkıları fısıldayarak uyuttu beni bebek. öğünsüz okul maceralarını unutmuştum lan bir anda... okula giderken, okuldan gelirken ve deli gibi tutkundum ona. sekizgen(veya bilmiyorum işte kaçgense) kurşun kalemimle oldukça uyumlu bir hale de gelmişti oysa zamanla. "iyi ki de sarma tuşu yokmuş" dedirtecek kadar sevdirmişti kendisini. sonrasında discmanler çıktı piyasaya. ki onların öncesinde "cd kalitesi" yerleşti lügatımıza ve derken mp formatında sıkıştırılmış şarkılar ve hatta o formattaki şarkılardan milyonlarcasının sığdığı işaret parmağı büyüklüğünde müzikçalarlar. kaleme gerek kalmamıştı artık ve neredeyse tek tuşa şarkıyı değiştirip, ileri-geri sarıp farklı ses ayarları ile müzik zevkimizi doruk noktasında yaşıyoruz güya.
gene de gözlerim doldu yeşil ve küflenmeye yüz tutmuş kalemi, teybine bir kasedin bandı dolaşmış şekildeki walkmanin yanında görünce onca yıl sonra. şimdi kimse iki ay aç kalmaz onun için. kimse onun varlığına ihtiyaç da duymaz... kalemlerle şarkılar başa alınmaz.
şimdi karşımızdaki kadını soyup da koynumuza sokan bir pezevengi andıran müzikçalarlarımız var. ve böylesi daha zahmetsiz sanırım... daha kolay feda edilebilir oluyor aynı zamanda ama daha zahmetsiz sahi.