bir mevlevi dergahının yanındaki kabirhanede mermerden belki de tahtadan bir levhanın üzerine yazılı tek bir kelime vardır. hamuşan... yani suskunlar...
huzurun kol gezdiği mekanlardır kabirhaneler ki insana kaçınılmaz sonu hatırlatır, nefsin tüm hırs ve arzularını en büyük cihadın -yani en büyük mücadelenin- keskin kılıcıyla keser atar. bazen bir derviş, üflediği neyden, ân'a dair notaları kabirler üzerinden akıtır mana aleminin anlamına doğru. yığılıp kalmak yakışmaz ya müslümana, edeplice oturursunuz sadece o suskunlar diyarında...
bir derviş gelir de ibrahim ethem'in yüzüne tükürür, ibrahim ethem de der ki; "o aradığın kişi belh'de kaldı, ben o değilim."
mürşidinin bu olayı duyduğunda verdiği cevap "hamuş" olmanın önemine dair izler taşır işte, ki olmak kolay değildir suskun.
"demek bizim ibrahim ethem'in aklı hala belh'in saraylarında!"
edeb'in bir ateş olup ancak gönüllerde taşındığı bir dünyada kırık dökük vicdanların üzerine basarak yürüyoruz her gün. peki ne adına, korkularımız ya da samimiyetimiz mi? allah'ı hatırlayabiliyor musunuz sahi sayısını tutacak kadar. vicdanınızı arada elinize alıp karşılıklı konuşuyor musunuz bir muhasebe havasında?
bence suskun olmak gerek artık, o mevlevi dergahının yanındaki kabirhanede asılı olan levhanın üzerinde yazan o sırlı yazının manasını kavramak gerek..
hamuşan olmak gerek kısaca, vicdanlarımızı kaybetmemek adına!
ilaç mıdır bilinmez ancak bu ilacın kesinlikle iyileştirmediği açıktır. iyileştirmez; çünkü vicdansızlık, vicdani değerleri olmamak, adaletsizliğe bulaşmak bir virüs gibidir. yayıldıkça enfeksiyon büyür ve insanlığı çürütür.