aydanur, songül ve mahmut arasında yaşanan açk üçgenini fantastik bir şekilde anlatan, ismiyle de hiçbir alaka kuramadığım ve izlediğime pişman olduğum filmdir.
---spoiler---
arkadaş tavsiyesiyle izlediğim bu filmden hiç de memnun kalmadım. süresi çok kısa olmasına rağmen bazı sahneler de ileri sardım. bunun nedeni hem sıkıcı olması hem de yapmacık oyunculuklardı. artı olarak da filmin en ilgi çekici yanı olan ismiyle alaka kurabileceğim sahneler bulmaktı. ama ne yazık ki bu sahneyi hiç bulamadım. filmin vicdanla hiç alakası yok. hiçbir karakter vicdan muhasebesi yapmıyor.
film manasız ve fantazi dolu sahnelerle kaynıyor. bunlara örnek aydanur ve songülün lezbiyenliğe varacak sahneleriydi mesela. hatta bunlardan birisi bir türk düğününde yeralmaktaydı. gerçi ordaki gelin-kafes sahnesi de anormaldi. hayatımda hiçbir gelinin düğününe böyle, kafes içinde geldiğini görmemiştim. "değişik kadınlar" ile kaynaşma muhabbetiyle songül ve aydanurun gittiği garip yer, garip müzik ve garip danslar da ayrıca absürttü. sanki amazon partisiydi.
manasız (manayı ben bulamadıysam orası ayrı tabi) ve fantastik sahnelere mahmutun hapisten çıktıktan sonra pavyona gidip görüştüğü adamın bizimle afedersiniz daşşak geçercesine,(mahmuta, durup dururken, neredeyse selam sabah vermeden) "mahmut, seninki burada çalıştı, fahişe oldu, sonra maliyeci geldi, kadını ...., beğendi, kadına imam nikahı yaptı ve gittiler. ama sen bunları kafana takma, olmuş bitmiş şeyler" diyip ardından silah verdiği sahneyi, aydanurun filmin sonunda mahmutu öldürmek için birçok geçerli sebebi olmasına rağmen kendisine "neden çldürdün" diye soran polisi "bilmiyorum" gibilerin dudak büktüğü sahneyi, aydanurun türban taktığı otobüs sahnesini ve en önemlisi filmin sonundaki türk filmi klişelerininin olduğu sahneleri de ekleyebiliriz.
---spoiler---
bu film daha baştan nurgül yeşilçayın oynadığını duyduğumda beni irrite etmişti ama önyargılı davranmıyım dedim ama nafile. yine de kendisi beni irrite etti. nurgül yeşilçay genel olarak pek sevmediğim bir bayan oyuncudur. bu filmde yine yapmacıklığı ve vasatı aşamıyor. konuşmaya çalıştığı ege şivesi berbat. diğer oyunculuklar da rollerini pek de özümseyerek oynamamışlar gibi geldi. tabi bunlar boktan bir senaryoya bağlı şeylerse onu bilemeyeceğim. gerçi mahmut biz erkek izleyicilerin gönlünü müthiş repliğiyle almıştır ve bizi hayallere sürüklemiştir : sen de gel!!
ben beğenmedim. başkası beğenirse renkler zevkler meselesi der geçerim. ama yine de tavsiyem uzak durun.
leyla ipekçi'nin zaman gazetesinde 'vicdan özgürlüğünden vicdanlı faşizme' adlı ilginç yazısı:
"psikolojide vicdanın dereceleri vardır" diyor radikal yazarı gökhan özgün ve hırsızlık yapmış bir adamın suçüstü yakalanarak karakolda suçunu itiraf etmesini vicdanın birinci aşamasına örnek olarak veriyor.
"suçu bilerek işlediğini ifşa edebilmek; bu ortak vicdandır." ve bunu vicdanın birinci aşaması olarak tanımlıyor.
karakolda canı sıkılan bir polis vardır ve meseleyi biraz daha kaşımak ister. "çünkü" diyor özgün, "kaşımanın nereye kadarı kaşıntıyı bastırmak, nereden sonrası zevk içindir bunu kimse bilmez." ve canı sıkılan karakoldaki adam sürdürüyor: "hırsızlık yaptığını kabul etmişsin. soruyorum sana, sen hırsız mısın?" adam yanıtlar: "hırsızlık yaptım ama ben hırsız değilim." özgün burada rasyonalizasyon mekanizmalarını devreye sokuyor. adam, çocuğu aç kalmasın diye hırsızlık yapmaktadır. bu öncelikle babalık göreviyle ilgili bir şeydir: "ikinci aşama şahsi vicdandır. işte özgür olması gereken vicdan budur." yazısında soruyor özgün: "din, düşünce özgürlüğünden çok bahsettik de, vicdan özgürlüğüne gelmek bir türlü kısmet olmadı(...) yoksa bizim için vicdan yalnızca dini ve resmi inançlar söz konusu olunca mı vicdandır, bilelim."
bizi ötekinden ayıran his ve inançlarımızın yerleştiği mahal, vicdan değildir sanırım. özgür bırakılması gereken vicdan algısı elbette görecelidir. ama özgün'ün sistematiğinden yola çıkarsak: vicdanın salt algısının değil, kendisinin de değiştirilebilir bir yapısı olduğuna varmamız gerekir. mesela ortak olanı ile şahsi olanı algımızda giderek ayrışacaktır ve bireyin öne çıktığı bir çağda şahsi vicdanın yeterliliğine doğru zımni bir önkabul oluşacaktır.
vicdanın anlamını böyle indirgeyerek bütünselliğini parçalamaya, ondan bir 'dünya görüşü' yaratmaya, analitik bir çıkarsama yapmaya başlarız. 'vicdan özgürlüğü'nü ise 'belli bir tanımı yapılabilen' bir şey olarak kutsadıkça, bir ideolojinin, kimliğin veya siyasetin sözcülüğünü yapabiliriz fark etmeden. bu da 'niyet'in sahihliğini bozar. vicdan özgürlüğünü sağlamanın yolu demokrasiler değil, niyettir öncelikle. niyet sözle ifade edilemez her zaman. amellerin geçerliliği -ne adına yapıldığı- da buna bağlıdır. başkasının kalbinin hükmüne vardığını kim iddia edebilir ki?
yoksa ahlak derken ahlakçılık yapma riskiniz olduğu gibi, vicdan özgürlüğü derken de her şeyin mubah olduğu, akıldan ve niyetten bağımsız bir vicdan idrakine dek varırsınız. bazen başkalarının canı pahasına. haklı olmayı vicdan özgürlüğüne atfen sürdürdüğünüzü sanırsınız.
haklı olmanın hudutları vardır. hırsızlık yapsak da hırsız olmadığımıza olan inancımız, insan öldürsek de terörist olmadığımıza olan inancımız bir başkasının canını yakıyorsa, vicdanımızın üzerini şeffaf bir örtüyle, ama ille örtmüşüz demektir. "kişi suçlu olduğunu kabul etse bile kendini öyle hissetmeyebilir" diyen özgün doğru bir tespitte bulunuyor ama bunun vicdanın gereksindiği bir özgürlük olduğunu savunurken de benzer bir örtü kullanıyor sanırım.
hırsızlığın açlıktan yegâne kurtuluş olduğuna inanıyorsak: mesela iki saat sonra bize hırsızlıktan başka bir olasılığın açılmayacağından da emin olmamız gerekir. insanın kendi yarattığı bir gerçeğe, yani bir vehme inanması değil midir bu? böyle kör bir inancın mahalli vicdan olabilir mi?
vicdan özgürlüğü kimsenin tekelinde değildir. vicdandan bir ideoloji üretmeye kalkarsak, karakolda canı sıkılan adamın zevk için kaşıması gibi, faşizmin karasularında buluruz kendimizi. vicdanlı faşizm. oysa vicdan kabaca belli bir mekânda hazır bulunmak anlamına geliyor. varoluş bilgisinin aşamalarını bize imler. bulan (vacid); bulduğu (vücud) mevcut; varoluşun bilincine erme (vecd); yani vicdani bilgidir. buluş ve bulunuş bilgisi (vicdanın ilahi niteliği) ise burada bulunuş nedenimize dair dikey bir yolculuk talep eder. çağdan çağa, toplumdan topluma değil, kendi içimize doğru. (vicdanı biz yapmadık, ama bizde bütün olarak hazır bulunmaktadır.)
hakikatin üzerini örttüğümüzü bilmemek: bu da bir başka meşruiyet zemini değil midir hiç farkında olmadan bizi zulme yönelten?
hrant dink'in ölümü üzerine açılan kısa film yarışmasının adıdır. günlerce kısa film için konu düşünmemize ragmen aslında vicdanın sözlük anlamı dışında binlerce duygu barındıran bir kelime olduğunu anladık. ve döküldük sokaklara önce klişeleri yıkalım dedik. çöp toplayan adam, dövülen lezbiyen , mendil satan çocuk temalarından kaçınalım dedik. ama sonra baktık ki vicdanımız bile tabulaşmış. vicdan = ay yazık. eşitlemesinden kurtulamadık. ama yılmadık düşünmeye devam edeceğiz. (bkz: vicdan filmleri)
anlamı ve fonetiği kadar güzel olamayan, nurgül yeşilçay'a nihayet altın portakal kazandıran, izmir'de çekilmiş, izlense de olur izlenmese de olur türk filmi.
(bkz: murat han)'ın canlandırdığı karakterin dövmelerinin dikkati çektiği film.
gece kondu mahallesinde yaşayan bir insan nasıl ve neden dövme yaptırır orası biraz şaşırtıcı.
yaptığınız adaletsizliklerin bünyeniz tarafından tepki vermesi durumu. kimi bünyeler de hiç yoktur. kimlerin de ise karınca öldürünce bile içi paramparça olan şeydir.
performansıyla nurgül yeşilçay ın, itici dövmeleriyle murat han ın psikolojik birliktelik filmi. livaneli üstad ın tadında müzikleriyle destek oldugu film sondan başlasa da sonuna kadar izlemekte fayda var. son zamanların başarılı türk filmleri arasına girer.
Küçük bir kasabada yaşayıp, emeğiyle varolmaya çalışan üç kişinin arasında geçen tutkulu ve karmaşa içeren acımasız bir aşk hikâyesi. Aydanur (Nurgül Yeşilçay) hayatın ona sunduklarıyla da pek yetinmiyor, ‘yırtmak’ istiyor. Mahmut ise (Murat Han) Aydanur ile karısı Songül (Tülin Özen) arasında kalıyor. Ama belli ki Aydanur ağır basıyor yüreğinde. ikisinin yolu böylece bir pavyonda kesişiyor. “Başımıza gelenler yaptığımız seçimlerden mi, yoksa kaderimiz yüzünden mi?”
Üçlü bir aşk üzerinden bir vicdanî hesaplaşmayı anlatıyor “Vicdan”…
bazıları için dinin yeni ikametgahıdır. havass, vicdan burjuvazinin yeni dinidir, der. haklılar, vicdansız ile dinsiz benzer kavramlar gibi duruyor. dinsize vicdansız diyorlarmış trinidad tonago yerlileri.-buna da inanırsın sen şimdi-
kavramlar ve kargaşalar isimli yeni eserime kapak arkası yazıyı da buldum, oh ne ala ne ala.
insanın içini şişiren karanlık, avam bir hikaye güzel oyunculukların hatrına katlanılabilir. özellikle son araba sahnesindeki nurgül yeşilçay'ın yüz ifadesi harika... ilişkiler öylesine üstünkörü verilmiş, bir fotoğraftan içselleştirilmeye çalışılmış dolayısıyla havada kalmış kimse empati kuramamış -karakterlerin ve hikayenin geçtiği yerin avamlığına rağmen arkadaşlık ilişkisi düzgün verilse kişi kendini ana karakterin yerine koyabilirdi- gösterilen ve anlatılmaya çalışan çok farklı geliyor arkadaşlık ve aşk konusunda soru işaretleri dolanıyor bir yerde aydanur 'bir tek seninle yattım sen bana orospu muamelesi yaptın' diyor keşke biz aydanur'un o erdemini görseydik seyirci olarak o zaman son sahnede güzel bir tepki verirdik lakin seyircinin gördüğü aydanur resmen bir orospu. filmin reklamında çok kullanılan o türban sahnesi ne anlamsızdır öyle sanki araya eşarp reklamı serpiştirilmiş. neyse anlatmakla bitmez türk sineması hayalkırıklıklarından bir film güzel sahneleri dışında anılmaya, hatırlanmaya değmeyecek yazık olmuş emek...