kitap sadece intihar etmek isteyen bir kızı değil. hepimizin yaşadığı sosyal hayatıda anlatıyor hangimiz saçları değişik birine tip tip bakmadık, hangi farklı giyinen birine gülmedik, hangimiz bizden farklı düşünen birine 'deli midir nedir ' demedik. ve hangimiz yalnızlığımız içinde boğulmadık.
--spoiler--
çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.
ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar.
ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplantı tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak der ki: "gel, biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz."
ve öyle yaparlar. kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onun alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.
ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir.
işte bu kral hikayesinden sonra bir cümle vardı. koskoca kitaptan, hatta bazılarına göre alt tarafı bir kitaptan, bu hikayeden sonra gelen cümleyi bütün hayatıma yansıtmayı düşündüm.
'kendilerini normal sanıyorlar, çünkü hepsi hep aynı şeyleri yapıyorlar. ben de işte onların kuyusundan içmiş numarası yapacağım.'
hayatta zorluklara karşı ve önyargılara karşı gögüs germek gerektigini, intiharın kaçıştan başka bişey olmadıgını ve herseye ragmen hissetmedigimiz daha bircok duygunun oldugunu ve bunların mutlaka yasanması gerektiginin anlatıldıgı paulo coelho romanı
--spoiler--
"Tanrı varsa, ki ben olmadığına gerçekten inanıyorum, insan aklının sınırları olduğunu da bilir. Yoksulluğu, haksızlığı, açgözlülüğü, yapayalnızlığı, bütün bu karmaşayı o yaratmadı mı? Mutlaka çok iyi niyetlerle girişmiştir bu işe, ama sonuçlar bir felaket. Tanrı varsa, bu dünyayı erkenden terk etmeyi seçen yaratıklara karşı cömert davranacaktır, hatta bizleri burada vakit harcamaya zorladığı için özür bile dileyebilir."
--spoiler--
birincisi veronika gündemi takip eden, okuyan, araştıran bir genç kızdır ve memnun olmadığı gidişatı değiştiremeyeceğinin farkında olduğu için kendisini işe yaramaz hissetmektedir.ikinci neden ise;hayatı boyunca mutsuz olmaktan ,rutin bir hayat sürmekten ve hastalıklarla mücadele etmekten korkmaktadır.ayrıca parkta oturmuş derin düşüncelere dalmış gibi yapan insanları da hayatı boyunca görmek istememektedir.hastaneye yatırıldığı süreçte ise zedka adında bir kadınla tanışır,zedka ona şöyle der; delilik farklı bir dünyada yaşamaktır, kimine göre sanatçılar delidir,kimine göre yarışma kazanma hırsı ile durmadan kas yapmaya çalışan sporcular.ama bu onların kendi dünyasıdır.villete aslında o kadar kötü bir yer değil,burada her istediğini yapabilirsin...
--spoiler--
çok farklı fikirler barındırmadığı doğru ancak akıcı bir üsluo,önemli olanın yalnızca düşünmek değil bunu ifade edebilmek olduğunu görüyorum.görüyor musunuz?