verilen selamı iplemeyen şerefsiz bakkal

entry2 galeri0
    1.
  1. internet cafede iki bilgisayar açtırıp, counter'da kendi kendimi vurduğum yıllardı.
    henüz çok yalnızdım...

    yaşıtlarıma göre de biraz çelimsiz bir çocuktum. halı saha maçlarında arkadaşlarımın orta sahadan çektiği şutlar kale arkasındaki tellere yapışırken, benim çektiğim şutlar kaleye ancak yuvarlanarak ulaşabiliyordu. okul çıkışı akranlarım okulun en güzel kızlarının önünde bisikletleriyle ön kaldırırken, ben üç tekerlekli bisikletimle hüzünlü bir şekilde karanlığa süzülüyordum.
    mahalledeki çocuklar birer osmanlı askeri gibi sapan atışı yapabilirken, benim atışlarım ancak 4 metre uzağa gidebiliyordu.
    tüm bu güçsüzlüğüm yetmezmiş gibi de inanılmaz çirkin bir çocuktum. kimse yüzüme bile görmek istemezdi...
    öğle arası kantine tost almaya gittiğimde benden önce sıraya girmiş olanlar beni görünce bi' anda dağılırdı, andımızı okuma sırası bana geldiğinde o gün okula sadece 20-30 kişi gelirdi.

    sonuç olarak kimse beni yanında istemiyordu. en yakın arkadaşımla bile hayatım boyunca iki kez görüşmüştük.
    aradan yıllar geçtikçe çirkinliğim önlemez bi' hal almıştı. yıllardır ateist olan annem sabahları beni gördükten sonra artık namaz kılar olmuştu, alışveriş yapacağım mağazanın görevlisi beni görür görmez "malesef kar maskemiz kalmadı efendim" diyordu, msn'e kendi resmimi koyduğum anda çevrimiçi sayısı bi' anda 20'den 3'e düşüyordu.
    henüz çok çirkindim...

    bu şekilde hayat devam edemezdi. toplumun huzurunu bozacak kadar dikkat çekiyordum artık. herkes beni görmemezlikten geliyordu.
    bi' hayalet olarak ölmek istemiyordum. unutmadan, bir de sevdiceğim vardı tabii...
    her çirkin erkeğin kaderi gibi ben de çok güzel bir kızı seviyordum. adı gamze idi. tanrıya o'nu bana vermesi için dua edecek yüzüm bile yoktu. o chivas regal viski ise, ben ağzı açık kalmış bir biraydım.
    gamze'yi bir gün sevgilisiyle el ele gül bahçesinde koşarken görmüştüm. cırcır olmuş kısrak gibi koşuşturuyorlardı. çok mutluydular... dolu gözlerle uzun süre bu muhteşem anı gıpta ederek izledim.

    ve sonrasında gözlerimdeki yaşı silip düşündüm;
    bu muydu yani? sadece çirkinim diye mi bu renkli hayattan bu kadar ötekileniyordum? sevdiğimin poposunu bu yüzden mi elin adamı tokatlıyordu, manav remzi efendi sırf bunun için mi en çürük domatesleri benim torbama koyuyordu, yoksa halı saha maçlarında sırf çirkinim diye mi hakem yapılıyordum?
    evet,
    sırf çirkinim diye...

    o gün karar almıştım;
    estetik ameliyat olacaktım. bu fikri babamla paylaştığımda. " saçmalama, buna ayıracak bi' bütçemiz yok bizim" demişti.
    buna rağmen sabah uyanır uyanmaz çekildiğim fotoğraflarımla o'na yaptığım üç günlük eziyet sonrasında kabul etmek zorunda kaldı.

    velhasılı estetik ameliyat sonrası artık çok yakışıklıydım.
    facebook'a yüklediğim fotoğraflar 0,24 saniye sonra beğeni yağmuruna tutuluyordu. msn'de avatarımı değiştirdim anda görüntülü arama davetleri alıyordum, halı saha maçlarına tek forvet çıkıyordum,
    artık manav remzi efendi torbamın içine fazladan yerli domates koyuyordu.
    ve sevdiğim...
    benim gözleri pokemon tasolu yarim.
    counter'da headshot yermişçesine vurulduğum,
    yıllarca sis atan oç gibi uzaktan sokulduğum,
    dust2'de bomba kurar gibi kalbime savurduğum sevgilim.
    fifa 2000'imdeki oyun hatam benim...

    artık gamze'yle de sevgiliydik. artık ben de sevgilimle güllerin içinden koşarak koşarak geliyordum. artık benim de sms tariflerim vardı, sonunda benim de bir sevgilim vardı...

    hayatımdaki her şey harika gidiyordu. ama yine de eski günlerin acısını hissediyordum içimde. insanlar neden bu kadar vicdansız olur ki? sırf çirkinim diye o yaşadıklarım hala bilinçaltımda tekrar tekrar gösterime giriyordu. ama sonuç olarak hayallerimdeki hayatı yaşıyordum. iş hayatımda saygın bi' konuma gelmiştim, harika bi' sevgiliye sahiptim, ve sosyal hayatımda yeni insanlar tanımaya bayılıyordum.
    geçmiş günlerin acısını çıkartırcasına her önüme gelenle iletişim kurup sohbet ediyordum.
    ve bir gün o markete girdim;

    - merhaba...
    +
    -?.. şunu alabilir miyim.
    + (gofreti uzatır).
    - ne kadar?
    + 50 kuruş.
    - iyi akşamlar.
    +

    bu da neydi böyle? herkesin dikkatini çeken, sosyal hayatında başarılı, yüksek statüde bir adam da olsanız selam almıyordu bu mario bıyıklı pezevenk. bu ne çeşit bir orospu çocuğuydu böyle?
    yaşadığım şokun ardından bu durumu internette araştırmıştım. bu olayın sadece benim başıma gelmediğini öğrenince bir şok daha yaşadım. ve daha da kötüsü ülkemizdeki her 10 marketçinin 4'ünün selam almadığını öğrenmiştim. daha binlercesi vardı...
    bu kesinlikle kişisel bir sorun değil, milli bir sorundu.
    ama yine de bu marketçi yıllar sonra beynimin karanlık kuyularına sakladığım travmamı gün yüzüne çıkarmıştı. içimde kontrol edemediğim bir öfke tüm ruhumda kol geziyordu artık. bu orospu çocuklarına bir şekilde "dur" denilmeliydi.
    birisi bi' yerden başlayıp bu isyanı tetiklemeliydi.

    bir yaz akşamı kapanmasını saatlerce beklediğim o markete nihayet gizlice girmiştim. saat sabahın 4'ünü gösteriyordu.
    parmak uçlarıma basarak kameranın yanına gidip kabloları kestim. artık kar maskemi çıkararak daha rahat çalışabilirdim.
    bi' 5 dakika etrafa göz atıp işime yarayabilecek materyalleri aradım.

    ve artık işlem tamamdı;
    önce kibritin tutuşturulması için gereken sağ ve sol yüzeylerindeki şeritleri kapının altına japon yapıştırıcısıyla yapıştırdım.
    daha sonra tüm kibrit çöplerini bu şeritlere sürtebilecek bir açıda kapıya yapıştırdım. işe yarayıp yaramadığını kontrol ettikten sonra da marketteki tüm tüpleri açıp camdan yavaşça dışarıya çıktım.

    ve saatler sonra bumm!
    görgü tanıkları daha kapıyı aralamadan götü bir yere kafası bir yere fırladığını anlatıyor ibnenin. olay yeri inceleme ekipler hiçbir şekilde suikast olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmamış. zira kim kendi halindeki bi' marketçiyi havaya uçurmak istesin ki?

    sen... büyük patron, market sahibi, para babası... sen mi büyüksün? hayır ben büyüğüm. ben vezir usta! sen bizim yanımızda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç. gözümüzde pul kadar bile değerin yok. ama şunu iyi bil, ne arkadaşlarıma, ne de o masum ufak çocuklara selam vermemezlik yapabileceksin artık. hiç bir şey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, dumur edemeyeceksin bizleri. çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. bizler selam vermeyi seviyoruz. biz bir aileyiz. biz güzel bir aileyiz. bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun?
    hayır yetemedi.

    yıllarca market kapılarında göt olmuş bir nesile hitaben...
    39 ...
  2. 2.
© 2025 uludağ sözlük