bir çok şair ve yazar ele almştır vedaları ama sezai karakoç'un veda'sı bambaşkadır.
Silahlara veda
Geceye rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına
Çizdiğim resmin
Saat kulesi ağlıyor
Ağzım o çeşit yok
Şişe bu çeşit var
Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa
Sandıkların içini göstersem sana
Çizdiğim resmin
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onları
Sabaha kadar konuşsak
O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam
Ateşi karı tüfeği çeksem
Ocağa pencereye kapıya
Kemana veda
Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum
--spoiler--
veda-esir şehirde bir konak.
ayşe kulin, osmanlı imparatorluğu'nun son günlerinde, işgal altındaki istanbul'da bir konakta yaşananları anlatıyor bu kez. son maliye nazırı ve ailesi aracılığıyla o dönemin resmini çizen veda, çökmekte olan bir tarih ile yeni bir gelecek arayan milliciler arasında sıkışan o dönem osmanlı aydınının da öyküsünü dile getiriyor.
ayşe kulin'in her zamanki ustalıklı ve sürükleyici üslubu ile okurlarının elinden bırakamayacakları bir kitap bu. günümüz türk edebiyatında neredeyse eşsiz olan, biyografik veriler ile roman tekniğini birleştirmekteki ustalığını bir kez daha sergileyen kulin, bu kez bir istanbul öyküsü ile bir imparatorluk tarihini birlikte ele alıyor.
--spoiler--
ayşe kulin' in osmanlı imparatorluğu'nun son günlerinde, işgal altındaki istanbul'da, bir konakta yaşananları anlattığı romanıdır. sürükleyici ve güzel bir romandır.
her şartta, her zaman, her şekilde ve sebepte zor, acı.kolayını gören varsa beri gelsin, bi dinleyeyim de şaşırayım.keşke de kolay olsaydı, hatta çok kolay. okadar ki, bengidemem değil, "benrahatlıklagiderim" olabilseydim. **
bir gün başka bir sabaha uyanırsın, aklında biri, fikrinde ismi, kalbinde cismi.
bakarsın gözlerine, görürsün ki değişik, dokunursun yüreğine anlarsın ki karışık.
sebepsiz bir telaş sarıverir etrafını.
zamansız bir gülümseme mesken beller dudaklarını.
bir sakarlık bulaşır ellerine.
hayaller gözlerinde gözlerin pencerelerde,
yabancısı olduğun bir şey gelir, yabancılaştırır seni kendine,
aşk gelir selam verir yüreğine,
lakin aşk önce savaşacak
yenmesi gereken bir gurur var ortada ancak,
mümkün değil ki üstesinden gelmek
gurur hep önde hep başı dik duracak
sonunda ne olacak?
aşk bir sakar aşığın elinden düşüp kırılacak,
giden gidecek
kalan arkasından bakacak,
yüreğinde bir yabancı,
gözlerinde bir acı,
hoşçakal bile içinde kalacak,
çünkü ne sevdiğini söyleyebildi ona
ne gözlerinin içine bakabildi.
şimdi giderken o arkasında bıraktığı enkazdan habersiz
içi rahat belki yüreği temiz.
ortada birine söylenen bir elveda olmasa da
kalan gidenin aklında kalmasa da
bir karşılık yoksa da
bir arkadan bakan varsa eğer
bir seven bir özleyen,
bu bir vedadır,
gerek yok hoşçakala.
veda hep veda.
her yil veda etmek, hep gitmek zorunda kalmak, vedalar cok zordur.
bir bakis yeter bazen veda etmek icin, bir dokunus yeter hüngür hüngür aglamak icin. insanin en sessiz kaldigi icten ice agladigi herkesin bir kez yasadigi en özel en zor anlardan biridir. *
vedalar herzaman acıdır terkeden kim olursa olsun kimi zaman mecburiyetten kimi zaman vakit geldiğinden çekilir gidilir. kimi zaman ülkene veda etmen gerekir kimi zaman sevdiğine olaylar kişiler değişir lakin sonuç değişmez canın acır, gözlerin dolar, boğazına bir düğüm takılır ve orada kalır tek bildiğin geri dönüşü olmayan bir yolda olduğundur..
Yine yağmur yine hazan
Sessizce ölür ozan
Kurur ırmak kurur toprak
Dökülür yeşil yaprak
Sımsıcacık gülümserdi
Türkülerde gülüş idi
Güle sığmaz bir kuş idi
Uçup gitti sonsuzluğa
Gül yok artık dal yok artık
Türkülerde söz bitti
Omzundaki kuş yok artık
Uçup gitti sonsuzluğa
Ben de gideceğim.
Bir dalganın köpüğünde martı,
Gemi direğinde yelken,
Aşkın yüreğinde sevgi olacağım.
Hadi bir ıslık çalın ezgisine binip gideyim
Gülen bir çocuk gösterin gülüşüne gideyim
Bana aşkı getirin öldürüp gideyim
Yine yağmur yine hazan
Sessizce ağla çocuk
Kurudu Irmakların,
Emziğinde bal bitti
Aşk bitti düş yitti
Ağla çocuk.
Ayşe kulin'in yazmış olduğu bir kitaptır. Kitabın muhtevasına bakacak olursak, esir bir şehirde konakta yaşanan olayları anlatır. ayrıca, milli mücadele dönemi tarihe de yer yer ışık tutar. sürükleyici bir üslübla kaleme alınmış hemen okunulması ve bitirilmesi gereken başucu kitabıdır.
ayrılık denen limandan bilinmeze giderken dudaklardan dökülen her şeyin karşılığı. zordur. en katı yürekli insanın bile gözlerinden yaş gelmesine yol açar. giden ya da bırakılan çok seviliyorsa hele, günün en zor saatleridir. ancak bazen vedalar gereklidir, ruh sureti soğuk bir şehirde her gün biraz daha eriyorsa, uzaklara gitme vakti gelmiş demektir.
her veda, eden insandan biraz ruh kırıntısı barındırır; bazı vedalar kalabalıklar eşliğinde gerçekleşir, sartre' nin son vedasında seinne nehri boyunu doldurur kalabalıklar. bazı vedalar gözyaşlarını azdırır, boyozuna, kordonuna, karşıyakasına doyulamamış bir şehir geride kalırken. bazı vedalarda, şehri kana bulayan seri katili durdurmanın sessiz huzurunda, joshua brolinler geride anabel o donnelleri bırakır. soğuk bir his kaplar insanın içini.
bazı vedalar kalıcı, bazılarıysa geçicidir. zor olduğu gerçeği bir kenara yazılırsa, ağızdan çıkan her hece titrer. yürek burkulurken, aşklar, başarılar, yenilgiler, arkadaşlar, entryler takvim yapraklarına kazınırken, ' her şey çok güzel olacak. ' der umut, inanç ve sevgiyi yanından ayırmayan. nihayetinde dönüşü umulan o tatsız sözcük gelir: ' elveda '.
misal:kendinize iyi bakın fazla da takmayın her şeyi kafanıza,sözlüğü bir eğlence aracı olarak görüp aynı zamanda bilgi de edinilebilinen * bir mekan olarak görmekte fayda vardır. akşama kadar iş stresi,sınav derdi,sevgili dırdırı gibi şeylerle uğraşıp eve gelip üç beş dakka gülüp eğlenmek günü stresini atmak isteyenlerin mekanı olmalı sözlük..
vedalar; cevap hakkı tanımayan tek taraflı vurgunlardır.
her şeyi söyleyebilir insan. son sözler hep çıplak olur. ağır olur. kalınsa hani, söylenemeyecek sözler olur. nasılsa gidiliyordur, nasılsa bırakılan izleri silmek için orda olmanın imkanı yoktur. "keşke"si olmayacaktır, bedeli sorulamayacaktır.
vedalar, en büyük intikamdır bırakılandan.
kimde canınız yanmış, kimde parçanız kalmışsa ondan.
ayşe kulin'in son romanı. kendi ailesinden yola çıkarak yazmış. aldım ama henüz okumadım. fakat daha önceki kitaplarına dayanarak bunun da güzel olacağını umuyorum.
hinduizmin bir koludur. aryan insanlarının ilahileri, şarkıları ve bilimsel incelemeleridir. 3 şeye tapınırlar uzay, atmosfer ve gök. seller ırmakların kızgınlığını, güzel hava ise tanrının kızgınlığını gösterir. 4 önemli doğruları vardır.
-esas yücelik heryeri kaplar.
-gerçeklik yaratılmadı.
-din veya dharma ruhun düşünmesini ve yasanılan temiz hayatı gösterir.
-insan ruhu kutsaldır.
vedikler insanların sadece ruh yada beden olmadıgına inanır. vediklere göre, insanlar özün içindeki kutsallıktır.tanrı içimizdedir.hayalleri atmadıkca tanrıyı gerçekleştiremeyiz inancına sahiptirler.
yolculuklarda tuhaf oluyorum
bu şehirden her gidişmde
şehri sanki ben uğurluyorum
sen benden gideli çok oldu ama..
ben her gidişimde hala sana el sallıyoırum
Bir sessizliğe gömülüp o acıyı yalnız başıma çekmeyi tercih ederim.
Şimdi bir istasyondayız.
Ben gidiyorum.
Ayrılmak denildiğinde benim gözümün önüne hep aynı görüntü gelir.
Eski siyah beyaz Fransız filmlerindeki tren istasyonları.
Kalabalık bir peron, trenin bacasından çıkan kalın dumanlar, tekerleklerin arasından fışkıran buharlar, çan sesleri, gürültüler ve sessizce birbirine bakan kederli iki insan...
Söylenecek o kadar çok söz ve bunları söyleyebilmek için o kadar az zaman vardır ki kimse bir şey söyleyemez.
Kalabalığın ortasında iki kişilik bir sessizlik büyür.
Arada bir kısa, kesik, manasız cümleler söylenir.
Ve birbirinden hiç ayrılmak istemeyen iki insan, bir an önce tren kalksın, bu huzursuz sessizlik bitsin ve derin acılarına gömülsünler diye beklerler.
Acının, birkaç dakikalığına da olsa bir sıkıntıya bürünmesi, onları biraz sonra çekecekleri acıdan daha fazla kederlendirir.
Sonra düdük çalar.
Tren olduğu yerde kımıldanır.
Aralarından biri trene biner.
Tren yavaşça hareket eder.
Kalan, trenin yanında yürümeye çabalar.
Giden, cama dayanır.
Birbirlerine bakarlar.
Öyle bakarlar.
Tren hızlanır.
Aralarından biri "Seni seviyorum" diye bağırır ama artık çok geçtir, kelimeler rüzgara karışıp kaybolur.
istasyon boşalır.
Issızlık ve yalnızlık basar.
Sonrası derin bir keder.
Sevmem ben ayrılmayı.
Pek beceremem de.
Ne söyleneceğini bilemem.
Hiçbir söz teselli değildir çünkü.
Bir sessizliğe gömülüp o acıyı yalnız başıma çekmeyi tercih ederim.
Şimdi bir istasyondayız.
Ben gidiyorum.
Birçoğunuzla belki bir daha hiç buluşmayacağız.
Bu, birbirimizi gördüğümüz son yazı olacak.
isterim ki bu beraberlikten bir iz kalsın sizde.
Öyle bir söz söyleyeyim ki onu unutmayın.
Ama öyle bir söz bilmiyorum.
Tren istasyonunda trenin kalkmasını bekleyen adam gibi söyleyecek anlamlı bir söz de aklıma gelmiyor.
Size öyle bakıyorum.
Tren hareket etsin diye bekliyorum.
Yazdığım her kelime, yazdığım her satır, ayrılığa biraz daha yaklaştırıyor bizi.
Bilmem kaç vuruş sonra ayrılacağız.
iki sene boyunca yazılar yazdım size buradan.
O yazıların her biri, her birinize yazılmış bir mektup gibiydi.
Kaç yazı yerine ulaştı, kaç yazıda sizlere dokunabildim, bilmiyorum.
Öyle yazdım işte, haftalarca, aylarca, yıllarca yazdım.
Alıştım size.
Şimdi gidiyorum.
O iflah olmaz yazar kibriyle biraz üzülmenizi istiyorum doğrusu.
Giden trenin ardından bir an da olsa bakıp iç geçirmenizi.
Ben üzüleceğim.
Ama size söyleyeceğim son sözü, tren iyice ayrıldıktan, yazı bittikten, rüzgar sözlerimi dağıtmaya başladıktan sonra söyleyeceğim ve siz onu duymayacaksınız.
Benim de sizi duymayacağım gibi...
Birbirimizi duymayacağız.
En duymak isteyeceğimiz sözcükler kaybolup gidecek.
Genellikle de öyle olmaz mı zaten ayrılık zamanlarında?
Esas söylenmek istenenler bir türlü söylenemez.
Bir tutukluk gelir insana.
Nedendir bilmem.
Belki son anda söylenecek bir sevgi sözcüğüne istenildiği gibi bir cevap alınmayacağı endişesinden, belki de o kısacık zaman parçasında anlatmak istediğini anlatamayacağın korkusundan.
Ben beceremedim hiç ayrılmayı.
Söylemek istediğim halde söyleyemediğim o kadar çok cümle biriktirdim ki...
Kaç uçağın, kaç arabanın arkasından öyle baktım...
Gözlerime rüzgar doldu.
Kendi yüzüm öyle anlarda nasıldı, bilmiyorum ama ayrılığın kederini geçenlerde genç bir adamın yüzünde gördüm.
Bir sabah kapım çalındı.
Biri genç, biri orta yaşlı iki adam duruyordu.
Genç olanı sessizdi.
Daha yaşlı olanı anlattı ne istediklerini.
Genç adamın karısı kaybolmuştu.
Çocuğuyla birlikte evden çıkmış ve bir daha dönmemişti.
Son olarak iki adamla birlikte görülmüştü.
Genç adam karısının "kaçırıldığına" inanıyordu ve gazetelerin bunu yazmasını, karısını bulmasına yardım etmesini istiyordu.
Elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım.
Sokağa çıktığımda, genç adamı akrabalarıyla birlikte bir apartmanın bahçe duvarına dayanmış dururken gördüm.
Akşam döndüğümde gene oradalardı.
Sonra günler geçti.
Kadın ne döndü ne bulundu.
Genç adamın yanındaki akrabaları yeniden geldikleri yerlere, apartmanların alt katlarına döndüler.
Şimdi genç adamı her akşam eve dönerken, o alacakaranlıkta bir ağacın altında yapayalnız beklerken görüyorum.
Tek başına bekliyor.
Sokağın köşesine bakıyor.
Dümdüz bakıyor.
Herkes ümidini kestiği halde o ümitle ilerdeki köşeye bakıyor, belki beklediği kadının köşeyi dönüp ona doğru yürüdüğünü hayal ediyor, belki içinden onunla konuşuyor, belki kızıyor, belki kendisiyle hesaplaşıyor, belki cinayet hesapları yapıyor.
Bilmiyorum.
Bir kadından değil hayattan ayrılmış gibi yüzündeki ifade.
Ağacın altında duruyor.
Sabah kalkıyorum, orada.
Akşam, hava kararıyor, orada.
Bekliyor.
Yüzünün çizgileri hep aynı ama gözleri...
Ben öyle yalvaran gözler görmedim, Tanrı'ya, hayata, insanlara, kadere o kadını geri getirmeleri için yalvaran gözler.
Hiçbir şey söylemiyor.
Duruyor öylece.
Böyle bir acı görmedim.
Böyle bir çaresizlik.
Böyle bir yakarış.
Böylesine canlı tutulmaya çalışılan bir ümit.
O kadından başka hiçbir şey düşünmüyor.
Uykularından uyandığını biliyorum.
Benim yüzüm de hiç onun yüzü gibi oldu mu acaba diye merak ediyorum.
Olmuştur belki de.
Kaybettiğini özlemek zor iştir.
Ben çok özledim.
Çaresizce özlediğim zamanlar oldu.
Ağacın altında bekleyen çocuk gibi bir odanın içinde beklediğim, adım seslerinin kapıya yaklaştığını hayal ettiğim, öfkelendiğim, acı çektiğim zamanlar.
Aslında size söylemek istediklerim bunlar değil bir veda yazısında.
Başka cümleler, asla söylemeyeceğim, yazmayacağım cümleler dolaşıyor aklımda.
Bir tren istasyonunda trenin kalkmasını bekler gibi yazının bitmesini bekliyor, asıl söyleyeceğim cümleler yerine "Paltonu almayı unutmadın, değil mi" gibi anlamsız cümleler söylüyorum.
Ayrılmayı kimse pek doğru dürüst beceremez zaten.
Zor iştir.
Üstelik fevkalade tatsız bir zamanda, ölümlerin, acıların, öfkelerin hayatımızı tren dumanları gibi kapkara doldurduğu bir zamanda ayrılıyoruz.
Böyle zamanlarda insanlar sevdiklerinden ayrılırken onları birisine emanet etmek isterler.
Kime emanet edeceğim sizleri?
Siz beni kime emanet edeceksiniz?
ilk düdük sesi duyuldu.
Ayrılacağız birazdan.
Tren hareket edecek.
Ardınızdan bir iki adım daha atacağım.
Uzaklaşacaksınız.
Macbeth'in girişindeki şarkı gibi, "biz bir daha nerede buluşacağız, fırtınada mı, yıldırımda mı, yağmurda mı?"
Aslında fırtınada, yıldırımda, yağmurda ayrılıyoruz.
Dumanlarla dolu bir peronda.
Kompartıman kapıları kapanıyor.
Tekerlekler dönmeye başlıyor.
Ben artık ayrılacağım.
Gidiyorum ben.
Yarın sabah o genç adamı gene o ağacın altında göreceğim...
Ve bir sabah onu görmediğim zaman onu merak edeceğim.
Uzaklaşıyorsunuz...
Ben artık gidiyorum...
Söylemek istediklerimi rüzgar sesimi dağıttığında, artık duyamadığınızda söyleyeceğim size...
Benden son duyacağınız sadece tek bir kelime olacak: