Ve elimi sıktı. O an Ankara’nın tam 11 noktasına yıldırım düşmüş olmalıydı. Şimşekler çakıyor ve gök gürüldüyordu. Şiddetli esen rüzgar şemsiyeyi Kleopatra’nın küçük, güzel ellerinin arasından uçurmuştu. Şemsiyenin uçmasıyla birlikte aynı yağmurda ıslanıyorduk. Ve Kleopatra artık yağmurla daha güzeldi. Şemsiyenin uçtuğunu görüp şemsiyeyi bize getiren halk kahramanı ise şemsiyeyi verdikten sonra ortamdaki bütün elektriğin ortasından geçerek kısa süreli bir kısa devre yaptırmıştı ilişkimize. Aynı aşka yelken açmamıştık ama aynı yağmura şemsiye açmıştık.
Hiç acelesi olmayan insanlara eşlik eden hafif bir Ankara esintisi eşliğinde aceleyle yürüyorum. ilkbahardan eser yok. Güneş Ankara’yı terk etmiş ya da birileri kaçırmış ve şuanda işkence ediyor. Güneşin sevgilisi bulutlar ise bunu haber almış ve ağlamamak için kendini zor tutuyor. Ama bunu uzun süre sürdüremeyince bulutların gözlerinden ağır ağır süzülen yaşlardan bir tanesi tam kafama düşüyor. Bu süzülen bir damla; birazdan gelecek sağanak ağlayışın, hıçkırıkların, karanlığın habercisi. içimde buruk bir hüzün var, bulutları teselli etmek ve edememek arasında kalmış durumdayım. Ben henüz düşüncelerimle meşgul iken bulutların ağlama krizi sağanak halde başladı. Artık kendimi teselli etmem lazım, içimde büyük bir sızı.