aidiyet hissettiğin şeylerden uzaklaşırken içinde hissettiğin sızıdır.
araba satarken de yaşarım ben bunu, bir kıyafetimi verirken de...
en kötüsü insanlar için yaşanması. o çok tanıdık olanın yabancılaşması...
en son öyle demiştim "ne hissediyorsun?" dediğinde. hem çok tanıdık hem de yabancısın!
ne garip! kelebekler vadisini kalbime taşıyan adam dı o. ne güzel hissederedim onu gördüğümde. şimdiyse yüzü tanıdık bir yabancı. içim bomboş. hiç bir şey hissetmiyorum. ne iyi ne kötü. nötr... hani şöyle en kasırgalısından bir nefret uçuşsa içimde; yine rahat edececeğim ama o da yok.
kalp kırıklıkları ve ayrılışlar kolaylaştıkça insanlara verilen değer azalıyor. bir gün gerçekten hakeden biri olduğunda ona da hızla yabancılaşmaktan korkuyorum.
değer verememekten...
emek vermeden terketmekten...
çünkü kaybetmekten korkmuyorum!
ölümlerden midir diğer deneyimlerden midir bilmem; acılarımın süreleri çok kısaldı. yeri doldurulamayanlar dışındaki * kayıplardan korkmaz oldum.
yanlış kararın yaşattığı acıdır. yanlış kararlar demeyelim ya da. zorunlu tercihler diyelim.
sancı yağmurunda kaybolursun maalesef. fazla denecek kadar dayanamazsın. en çelimsiz ana geldiğinde iflas bayrağını çekmek zorunda kalırsın. imdat deyip bağırsan da duyup uzanmaz hiçbir el.
aslında vazgeçmesen de pek farklı olmayacağı için vazgeçmişsindir. dedik ya, zorunlu tercih.