yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
hasan beyin vurdurduğu
ırgat osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit ayşe öbür yanımda.
traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su
ne kuraklık, ne jandarma korkusu.
biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
benim sessiz komşulara gelince,
şehit ayşe'yle ırgat osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan
yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani.
aziz nesin'in ayrıntılı bir sonistek yazısı olduğu biliniyordu. bu sonistek yazısının anma ile ilgili bölümü şöyle:
"gömülüşüm sırasında söylev verilmesini, dua edilmesini, anma konuşması yapılmasını, gömüldüğüm yere çiçek konulmasını ve bunlara benzer törensel işlemler yapılmasını istemiyorum. gömüldüğüm yerin mezar biçimine getirilmesini, oraya taş dikilmesini, mezar olduğunu belli eden herhangi bir işaret konulmasını, tümsek yapılmasını ve oraya sınır çekilmesini istemiyorum." (hürriyet 7.7.1995)
öte yandan nazım hikmet ran 'vasiyet' adlı şiirinde, anadolu'da bir köy mezarlığına gömülmek istediğini, üstüne de bir çınar ağacı dikilirse "taş maş" da istemediğini söylüyor... bu sözler, bu istek yeterince açık... fakat diriye de ölüye de pek fazla saygısı olmayan bir ortamda, nazım hikmet ran'ın mezarı konusunda tartışma ve polemikler, insanca anlamlarından giderek boşaltılmakta, güncel siyasetin kıskacına girmiş görünmektedir.
halk insanlarının mezar ziyaretlerinde dinsel-manevi anlamlar kadar, bu dünyaya dönük anlamlar, bu dünyadaki yaşamı zenginleştirici anlamlar ve amaçlar da vardır. aynı şeyi aydınlarımız için söyleyebilir miyiz? bir deneme yapalım: muhafazakar zatlardan kaç tanesi, sözgelimi mehmet akif ersoy'un mezarının yerini biliyor ve bu mezarı sadece ideolojik amaçlarla değil insanca duygularla da ziyaret etmiştir? aynı soruyu, birçok şairimizin, yazarımızın, düşünce ya da siyaset insanımızın (kimileri çoktan kaybolmuş) mezarlarıyla ilgili olarak, sağda olmayan zatlara da yöneltebiliriz. (sözgelimi, reşat nuri güntekin'in mezarının nerede olduğunu bilenimiz var mı?) kendimize bu soruları sorabildiğimiz ve yanıtlarını verebildiğimiz bir toplumsal düzeye gelindiğinde, nazım hikmet ran'ın 'vasiyet'inin yerine getirilmesi güç olmayacaktır...
sagopa kajmerin tavan yaptıran hislere ve sözlere sahip şarkısı
"koştugum bu yolda yarimi sonladim ve kocaman adama dondum.
sanma cok telaşliyim, durgunum biraz.
solgunum yuzum, bitkinim ufaklik.
sen de gel peşimden amma cok caliş!..
duvarda yazmaz her kural"
sago'nun ödül alan bir klibe sahip olduğu mükemmel şarkısı. millet hummerla gezip, hatunlarla klip çekerken bu adam felluce'den, bağdat'tan bahsetmekte. e bu da onun farkı sanırım.
Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
nazım hikmet'in anadolu'da bir köyde, bir çınarın altında upuzun yatmak istediğini söylediği, vatan özlemini ve sevgisini belirten yoldaşlarına olan vasiyetidir. " uyarıma gelirse bir de tepemde çınar olursa" dizesine karşılık grup yorum "haziranda ölmek zor" isimli parçasında duygularını seslendirmişlerdir.
grup yorumun son albümünden tecriti anlatan parça.sözleri de şöyle;
Saçlarımı al Karadeniz
Hırçın dalgalar tarasın
Aç bağrını ey Anadolu
Sar göğsüne, sen anasın
On sekiz demir kapı, ardında tuzak
insandan, topraktan, hayattan uzak
Yüreği alevden bir kız, yanıyordu yıldız yıldız
Bir ses oldu gökyüzüne, çığlığı deniz
Tecrit,
içeride bedenim tutsak
Dışarıda düşlerim tutsak
Umutsuzluk bize yasak
Kapıları yakıp geldim
Alevlerim isyandır
Umudu kuşanıp geldim
Sıcaklığım sevdamdır
Mezarıma güller dikin, bir de mimoza
Kokusu umut olsun bahara yaza
Bu ayrılık değil canım, susamışa su vermektir
Vatanını, derya deniz sevebilmektir
Tecrit,
Sırat köprüsünden ince
Onurumuz candan önce
Sevdam büyür direnince
Öldüğümü kimseye söylemeyin
Dostlar ve düşmanlar
Yalvarıyorum, çıkmasın benim için
Bir haber gazetede
Hiç söz edilmesin
Ne bir anış ne bir duyuru
Öldüğümde kefenlemeyin beni
Bir çarşafa sarın çırçıplak
Çiçek filan da istemez
Yatağımın üstünde mum bile yanmamalı
Sıradan ikinci sınıf bir cenaze arabası, yoksullar için olanından, sade,
Gelmesin peşimden kimse
Ne akrabalar ne eş dost
Yalnızca cenaze arabası, at ve arabacı
Olmasın başka biri ardımda istemem
Bırakın yakılsın cesedim savrulsun küllerim
Çünkü benden
Kalmamalı hiçbir şey geriye
Küllerim bile
Ama yapamazsınız bunu
Gönderin küllerimi Sicilya'ya
Doğduğum Girgenti kasabasında
Gömün alelâde bir kayanın altına
kral tv ödülünü alan enfes şarkı insan klibi izlerken ağlayası geliyo,ödülü veren angut sogapo kejmar ya da buna benzer bi şekilde okumuştur.tanınmasa da yaptığı işlerle gönüllere taht kuran insan
Gidenler; eşlerine, evlatlarına , arkadaşlarına, dostlarına yazıp bırakırken ben sana yazmak zorunda kaldığım için beni affet, beni affet Baba!
Hiç bir zaman senin istediğin gibi bir evlat olamadım. Biliyorum, hoş kendi istediğim gibi de olamadım ya. Ne fark edecekse!...
Yağmurlu bir akşam üstü parkamın sırtı delik deşik, kafam gözüm darmadağın getirip bırakırlarsa evin önüne; sakın, sakın üzülüp dövünme! Ve hiç düşünme nedeni! Soranlara, soranlara ömrü sokak çocuklarıyla, Eylül çocuklarıyla, onun bunun çocuklarıyla ve en sonunda da ittifak çocuklarıyla kavgayla geçti dersin.
Şimdi, şimdi hep özlediğim bizim çocukların, ülkü çocuklarının yanında dersin, olur mu?
Sıradan bir mezar, sıradan bir tören istiyorum. Tıpkı dokuz can, dokuz yiğidim, dokuz gardaşım gibi.
Cenazeme gelen, cenazeme gelen kotlu, parkalı, ikibin içen arkadaşlarımı benim yerime koy, benmişim gibi sev, anlamaya çalış onları! Onların, onların yaşanan bunca şeye rağmen beni sevdiklerine inanıyorum. Dilerim öyledirler.
Ama tabutuma tutunup en öne geçmeye çalışan, güneş gözlüklerinin altında timsah gözyaşları döken gravatlı godoşları; pehhh, boş ver gitsin!
Velhasıl, vasiyetimi ve sıkıntılarımı yine sana, arabamı teşkilata, kavgamı ve aşklarımı genç kardeşlerime, ağacımı, ağacımı yeni ozanlara, silahımı, sazımı kitaplarımı ve inadımı oğluma, sevgimi kızıma, sabrımı kadınıma, türkülerimi, türkülerimi her şeyden çok sevdiğim halkıma bırakıyorum. Bana, bana hakkınızı helâl edin!