insanın bu dünyaya gelerek kendini gerçekleştirdiğini ifade eden, jaspers, kierkegaard, sartre, camus hatta nihilist olarak bilinse de belli bir süre sonraki çalışmalarıyla nietzsche gibi ünlü filozofların yanı sıra andre gide, buzzati, cioran gibi yazarların da temsil ettiği felsefe akımı.
Varoluşçuluk 4 temel fikri savunur:
1- Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.
2- Varoluş, öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlık’ın anlamının araştırılmasını da içerir.
3- Varoluş insanın içinden bir tanesini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu görüş her türlü gerekirciliğin karşıtıdır.
4-insanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarihsel bir durum içindedir.
"Ya herkes bizim gibi yaparsa" sorumluluğu taşır. Bundan dolayı insan sadece kendinden değil tüm insanlıktan sorumludur. Kendisine şunu sorar "yaptığım bu eylemde haklı mıyım? Tüm bunlar doğru mu?" bunları sorar çünkü her karar sadece insanın kendisini değil, diğer tüm insanları da etkileyecektir. Bu yüzden varoluşçular "insan insanın geleceğidir" der.
Bir başka konu ise varoluş insana seçme hakkı tanır. Hatta tanımaz, onu buna mecbur bırakır. insan özgür olmak zorunda kalacaktır! Buna mahkumdur ve el değmemiş bir gelecek onu bekleyecektir. Bu geleceği yaratacak olan ise kendi kararlarıdır.
Iste simdi o ünlü söze gelmiş oluyoruz: varoluş özden önce gelir.
insan bir "hiç" iken artık "bir şey" olacaktır.
Sözün özü varoluşçuluk bir bunalım ya da depresyon değil; yaşama yön veren ve insanı kucaklayan bir felsefi akımdır. insana seçme olanağı tanır ve kendisin istediği gibi olmasına fırsat verir.
Aslında varoluşçuluk diyince herkesin aklına ilk olarak sartre gelir, fakat bu varolsculuğun temellerini atan, bu akımı ilk olarak yeryüzüne sunan kişi dostoyevskidir. Sartre ise egzistansiyalizmi derinlemesine ele alıp, hemen hemen her kitabında varoluşçuluk üzerinde durmuştur. Dostoyevski sartreye göre daha yüzeysel işlemiştir bu akımı. O yüzden varoluşçuluk diyince hemen sarte diyorlar. Dostoyevskinin de çok alin teri vardır bu akımda. Dostoyevskiyi unutmayalım.
bireyin deneyimini, ve bu deneyimin tekilliğini ve biricikliğini insan doğasını anlamanın temeli olarak gören, ayrıca insanın özgür olduğu ve davranışlarından sorumlu olduğunu öne süren bir felsefe akımıdır. belirlenimciliğe belli bir ölçüde karşı tutumdadır.
Jean Paul Sartre ın başını çektiği ve peşinden Simone de Beauvoir gibi nice insanı taktığı akımdır. He Andre Gide yi de unutmamalı. Bir de Albert Camus.
Andre Gide'nin Dar Kapı isimli romanını ve Albert Camus'nün Veba isimli romanı. Varoluşçuluğun başarılı derecede edebiyat eserine aktarılmış olduğunu görürsünüz. Yalnızca dikkat kesilin okurken.
ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da, özellikle Fransa’da ortaya çıkan, varlığın, varoluşun özden, içerikten önce geldiğini, yani insanın önce var olduğunu, daha sonra tutum ve davranışlarıyla, eylemleriyle kendini sürekli olarak yarattığını, biçimlendirdiğini öne süren, insan ne ise o değil, ne olmuşsa odur diyen felsefe ve yazın akımı, öğretisi.