varoluşsal moratoryum

entry2 galeri0
    1.
  1. patetik. evet doğru kelime bu. ve yakışıyor da.

    sürekli bocalayan fahişe bir ruh. istek yok. heves yok. hiç, yok' dan iyidir. belki. belki?

    tanrı üzerime yapışmıyor, potluk yapıyor, kitsch dutuyor. neden bilmem. hepsi sürreel bir şaka. öyle ağır ki kaldıramıyorum. bir zaman hatası ve ağır aksak terennümler. kakofonik bilincin süregiden, akortsuz kürdili hicazkar bir yıkımı. kurşuni renkler loopu. hep bir şeyi bekleyerek. cennetten düşerek. yastığımı kemirerek. o ki biraz kan, biraz şaraptan mürekkep...

    rölatif bir oyun daha. bir daha. üstelik oydu. kayıp parça. peki ederi nedir ki? ah selim ışık olsaydı ne derdi bu duruma? belki de ben, yeni kadastrocu, şatoya varmaya çalışan. ya da üç günlük o meşhur işkenceden sonra malum suyu beklerken ağzına bir avuç kum dolan meczup. ve endülüs sıcağının bağrında bağırır bir garip vecd ile; tritando de frio...

    hem genç hem yaşlı bir beden. mümkün mü? elbette. elbette. sanki içmişim hayatı ve sadece izliyorum filmin sonunu ağzından kaçırma(ma)ya çalışarak. öyle kötü bitti ki son pelikül. 16 lık genç fahişenin kırmızı gül patelini anımsayarak 'one day' ile ıslak bir uyku uyurken bilinemezdi tabi tüm bunlar. ya da hayatındaki en büyük kertenkelenin sert kabuğundaki soluk renkleri anlamlandıramazken çok şey sunacak gibiydi hayat. oysa hepimiz aynı dibi delik teknede oyalanıyoruz.

    ---

    süsle, beze, lokum gibi koy karşımıza,
    esmeri de, beyazı da, pembesi de,
    baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür,
    sonra çevir dört yanımızı bir sürü yasakla,
    ona bakma, şuna bakma, buna bakma,
    dolu tası eğri tut, ama içindekini dökme...

    ---

    2000 yılın ağır nevrozu. eklenen psikosomatik etkiler. semptom? siktiğim semptomu bir de. evet. hayır! doğru anlatmadım aslında hiç bir şeyi. uzaya akan bu boşluğu dolduramadım yine. anımsayamadığım bir rüyanın doldurulmuş boşlukları hepsi. evet bu.

    patetik. evet doğru kelime bu. yakışıyor hem. ağır aksak semai de binilen dört kollu da yakışıyor. ben eminim. en azından kendimden olduğum kadar.

    bir de tabi arzu tramvayından geçerken duyduğum fısıltı;

    ve selznick uyudu. başka ne yapabilirdi ki? her tarafa karanlık ve çamur. yüzünde bir maske. ne çok yapışkan, ne de çıkarması kolay. ve selznick uyudu. bir de iyi yanından bakalım. selznick uyudu.

    hepsi süpürülürken...
    1 ...
  2. 2.
  3. hiç, ama hiçbir şeyi. ve hiçbir zaman. güllerim çoktan soldu benim. ve artık yok o tomurcuklar. fazla arabesk gelse de değil. inan değil. her şey öyle akıyor ki ve onu durduramamak ve soramamak ne kadar kötü. kibrime yenildim ben, yaşama ve yaşamsızlığa yenildim. öyle bir ezildim ki, aç kulağını da dinle;

    vazgeçilmez görürdüm kendimi. ama hep vardı bu rezil oyun. ve hep hile yaptılar, ben de hep oynadım. öyle bir tabloya dönüştü ki bu müsamere sevinmek sanki bir suçtu artık.

    herkes anlar değil mi? evet, aslında herkes anlar. ve istediğim gibi gitmiyor, bu yazı bile. her zaman ki gibi, bu ızdırap gibi. ve öyle bir kapanıyor ki gök kubbe üstüme, nefes almayı istemek bile bir suç bu bakire aşklarda ve inanmak öyle zor ki gerçek olduğuna.

    nedir delilik? dışındaki gerçek dünyaya tahammül edememe ve ruhunun duvarını yıkıp alternatif bir gerçeklik kurma değil mi? bir eğrelti otu gibi. o da düşünmüyor, o da düşünmüyor. kaçabiliyor mu? asla.

    hiç bitmeyecek biliyorum. hiç bitmeyecek. temmuz orasında bir ceket gibi üstümde ve ruhuma basan. ama öyle korkağım ki hep bir yağmur korkusu. ansızın. ve sızı.

    siz gerçekten biliyor musunuz ve anlıyor musunuz bir kadına çarptığımda neden özür dilemediğimi, aslanın aslında et yemediğini, süt dişi diye bir şeyin hiç olmadığını, benim hiç var olmadığımı ve olamayacağımı, sarının ölüm demek olduğunu, hiçbir çemberin mükemmel olmadığını, kurşunun tadını, güneş batarken neden hüzünlendiğini, bir kadını neden arzuladığını, aynada gördüğünün gerçek olmama olasılığını, ve düşenin sadece düşmesi gerektiği için düştüğünü, ve bir fahişenin en masum düşünü, kaybolmayı, gerçekten kaybolmayı, referans noktana dair hiçbir fikrin olmadan bu boşlukta yürümeyi, delilikle raks etmeyi?

    çekse karşısına, oturtsa beni. anlatsa boynumu kırmadan önceki son anda. bir şey vardı dese, gerçekten bir şey vardı. ben bile pişman oldum yaptığımdan ama tükürdüğümü yalayamadım dese. aslında sen özeldin, belki bir aç sırtlan kadar. ama gördüm seni, eski mabede girdiğinde ve ama sesimi çıkaramadım. korktum senden.

    bitecek evet. hala bitecek, hep bitecek. ve bir karınca çiğneyecek beni, benim hayattayken ona yaptığım gibi. farkında olmadan, bizim yaptığımız gibi.

    neye söz verebilirsiniz burada. neyle savunabilirsiniz kendinizi. bebekler aslında bizden daha iyi konuşur ve ağlamayı bilmezler ama onlar bile acı aslında. yüzleri görürsünüz etrafınızda acıya baktığınızı bilmeden. bu anlamsızlıkta boğulurken, kendi boynundaki ipi sıkarken neye söz verebilirsin? bıçak beni kesmeye çalışırken, deniz beni sonsuz matemine çağırırken neyi anlatabilirsin? ya da anneni yılanlar boynuna dolanmış gördüğünde tereddütsüz koşabilir misin? kurtarmaya ya da ölmeye…

    yalanla doğduk, mahkum kaldık buna. bu bok çukuruna. kilidi gösterdin bana. anahtarı gösterdin. ama açarsan biter dedin. nasıl teskin olacaktım? elbette, elbette düşünmedin.

    bekliyorum. hep bir cevap bekliyorum. o hür hayvanat bahçesinde belki bir cevap gelir, ya da belki bir meteor düşer veya hayat kırılır bir şekilde. olmuyor, ah inan, olmuyor dostum.

    kalbime sorsan yesenin der, seberg diye haykırır, buckley’ i sarar pamuklara içimde, onno’ nun üstünü örter üşümesin yeter ki. ama kalbimi alsan avucuna ve sıksan tüm gücünle, o kan devran etmese, yine çırpınır bir asalak gibi. bu çelişkiye ben nasıl mani olayım? nasıl yürüyeyim aynı yolda? ya da gurur diye saçmalayayım?,

    nedir biliyor musun ciddi ciddi? bir soru cümlesi. bir bilememe cümlesi. öyle mi? masum bir çıkış belki. ama ben de bitti o. o gün yaktım tüm şehirlerimi. ve gün tekrar doğarken bir küfür savurdum, bir nida tümüne. ve zorla değildi ya, o rengi hiç mi hiç sevmiyordum ben.

    ama bitti, bitecek.

    ve bu yüzden hep daha çok inandım romanlara. resimli öykülere ve bilmemeye.

    kahretsin! allah kahretsin…

    elimde değil inan.

    bazen nefreti bile öyle çok seversin ki, aşık olursun ve yaşarsın acıyı sindirerek, katre katre içerek, bir tekme ile hepsini devirerek, üstünde ilk hidrojen bombası patladığında minnet ile önünde eğilerek, bulutların gitmesini bekleyerek, içerek hepsini ve o çirkin oyuncağını avucunda sıkarak, tüm gücünle.

    nedir? gerçekten nedir hepsi? sadece hayaldir hepsi.

    hiç var olmadım. hiç var olmayacağım. kimse kanıtlayamayacak var olduğunu. ve baki kalacak belki acı. tabi kalacak.

    ve ben bitirdim.

    işte bu.

    peki, sen kimsin?
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük