varoluşçu pozisyona tarihsel olarak nasıl ulaşıldığını anlamak için descartes ile başlayan ve kant ile sona eren dönemi irdelersek, belli epistemolojik problemlerin ortaya koyulduğunu ama çözülemediğini görürüz. bu problemler, kavramsal çerçevelerine hakim olan varsayımlardan dolayı çözülemediler. bilginin bütününün, kendisinin epistemolojik kaynaklarından hareketle yeniden inşa edilmek durumunda olduğu yalıtılmış, tek bir bilen özne vardır. bunun sonucu olan, mantıksal olarak güvenilir aksiyomlar yada duyu deneyiminin katı verileri arayışıyla bilgimizin örgütlenişini gözler önüne sermede tümden gelimci bir model kullanımı vardır. skeptik güçlüklerin
aşılabileceği varsayımı ve argüman tıkandığında tanrı'dan meded ummaya yönelik bir isteklilik vardır. descartes'in tanrısı ideler ile fiziksel dünya arasındaki gediği kapatırken kant'ın tanrısıysa ödev ile eğilim arasındaki gediği kapatır.
hume'un doğası fazlasıyla bir deus ex machina 'dır. hegel, descartes'ten kant'a kadar uzanan çağın epistemolojik varsayımlarını terketti. fakat hegel, sisteminin kabulünü bu felsefi problemlere getirilecek bir çözümün bedeli haline getirir görünmekteydi. ve bu sistemi reddedenler, daha evvelki çağın varsayımlarına geri çekilme eğilimindeydiler. kierkegaard'da ise bu egilim örtük olarak bulunur.
kierkegaard'ın bireyi, cogito'suz kartezyen(dekartçı) 'ben'i andırır. bu benzerlik, sartre'ın miras aldığı, husserl'ın açık kartezyenizmi(dekartçılık) tarafından pekiştirilir. sartrecı insan, akılsal ilk ilkelerin yerine kritersiz seçimlerin geçirilmesi koşuluyla, bilgi teorisinde kartezyen insandır ve ethikinde kantçı insandır. evrenin akılsallığını garanti altına alacak hiçbir tanrı veya doğa yoktur. ve yine aynı şekilde, sahip olduğumuz bilgiyi ve ona sahip olma tarzımızı anlaşılır kılmak için zorunlu olan toplumsal olarak yerleşik ve kabul edilen kriterlerin oluşturduğu bir alan yoktur. sartrecı insan, descartes'in yapayalnız epistemolojik kahramanının mirasçısıdır.
o halde, varoluşçuluk bir dizi hata mıdır ve hepsi bu mu?
hepsi bu olsaydı bile, varoluşçuluk değersiz olmayacaktı.
'felsefe tarihinin cahili olmak onu tekrarlamaya mahkum olmaktır'
sözü burada yerini bulur. belli bir anlamda, ama varoluşçuların niyet ettiğinden başka bir anlamda, varoluşçuluğun büyük bir bölümü belli felsefi teorilerin bir 'olmayana ergi'sini oluşturur.
böylece felsefi teorileri zorlayıp kabul edilemez bir
sonuca sürüklemek suretiyle, onlarda hatalı olanın ne olduğu ve
aynı zamanda bunun yerine ne söylenmesi gerektiği konusunda
çok daha açık bir görüş elde edilir.
varoluşçuluğun paradoksu, büyük varoluşçu sloganlardan birinin,
'bir felsefi sistem inşa etme imkanını inkar etmek' olmasıdır ve
felsefede sistem hemen hemen kaçınılmazdır.
bunun farkına varmak sistematik formları fazla tehlike yaratmaksızın
kullanabilir olmaktır. bunun farkına varamamak ise,
küçümseme iddiası güdülen şeye yenik düşmektir.