Süreyya Ayhanın, Avrupa Şampiyonu olup adını dünyaya duyurduğu günler. Herkes, Münihte ki yarışta, dönemin dünya ve Olimpiyat şampiyonu Gabriela Szaboyu nasıl geçtiğini konuşuyor. Yerel bir sporcudan, dünya çapında bir yıldıza dönüşme hikâyesine tanıklık ediyoruz. Atletizm, bu sayede ülkemizde konuşulmaya da başlıyor...
Aynı günlerde, sıra dışı bir yarışı izlemek için italyanın güneyindeki volkan adalarından birindeyiz. Bir atlet, bir bisikletçi, bir kanocu ve bir yamaç paraşütçüsünden oluşan takımlar; zorlu etapları tamamlayıp, birinci olabilmenin mücadelesini verecek. Yarışmaya 25 ülkenin temsilcileri katılıyor. Bisikletçimiz daha önce bunun gibi birçok organizasyona katılmış, kanocumuz da, yamaç paraşütçümüz de; ama atletimiz ilk defa böyle bir yarışta boy gösteriyor.
Hatta hayatında ikinci kez yurtdışına çıkıyor, Mardinde kendi imkânlarıyla spora başlamış ve şehrin yüz akı olmuş, Münir Cura. Kimseden destek görmeden, memleketinin dağlarında antrenman yaparak geliştirmiş kendini. Sessiz ama bir o kadar da emin kendinden. Akdenizin ortasında, bir adanın kıraç dağlarında, alışık olduğu şeyi yapacak; çıkacak ve koşacak...
Yarışmadan önceki gece, sporcular ve basın mensupları için bir kokteyl düzenleniyor. Katılımcıların çoğu, doğa sporlarının önemli isimleri. Hepsi birbirini tanıyor; eğlenmek için birkaç kadeh içilebileceğini düşünüyorlar belli ki. Tüm sporcular kokteyle serbest kıyafetlerle katılıyor; bir kişi hariç. Münir, eşofmanının üzerinde, ay-yıldızlı milli takım tişörtüyle geliyor lobiye.
Yabancı dili yok, buraların adamı olmadığı her hâlinden belli. Etrafa dikkatli dikkatli baktığını görüyorum, Hayırdır Münir, rakipleri mi süzüyorsun diye soruyorum, Abi, bunlardaki imkân bende olacak, bak ben neler yapıyorum. Dikkat ettim de şu ingiliz, bir çanta dolusu ayakkabıyla geldi. Ben, ayakkabım eskiyince nasıl alacağımı düşünüyorum. Ama hiç korkum yok abi, Allahın izniyle hepsinin hakkından geliriz; benim göğsümdeki şu ay-yıldız yeter. diyor.
Tüm sporcular; şakalaşıyor, basın mensuplarının sorularını yanıtlıyor, ortak anılarından bahsediyor. Münirin kimseyle ortak bir anısı yok. Akşamın ilerleyen saatlerinde çekiliyor bir köşeye, bir gün sonra tırmanacağı dağa bakıyor. Mardine hiç geldin mi abi? Bizim Mardinin dağları başkadır. Orada antrenman yapana buralar vız gelir. diyor ve Sabah erkenden kalkıp bir dolaşırım etrafı, bana müsaade; siz eğlencenize bakın. diyerek, odasının yolunu tutuyor.
Yarışmaya gelen atletlerden hepsinin ayrı sponsorları var. Duruşlar, bakışlar, aksesuarlar... Her taraflarından sporculuk akıyor. Belli ki hayatlarında spor yapmaktan başka gaileleri yok. Belli ki onlara yatırım yapan birileri var. Münir öyle değil ama; hem dağlarda koşmak, antrenman yapmak hem de evinde bir tas çorbayı kaynatmak zorunda. Öğretmenlikten arta kalan zamanlarında yatırım yapabiliyor kendine. Çantasında bir tane koşu ayakkabısı var. O yüzden antrenman planını da değiştirmiş. Sabah yarış öncesi asfaltta bir jog atarım. Aslında parkura tırmansam daha iyi olur ama ayakkabımı eskitmemem lazım; yarışta lazım olacak. dediği sahne geliyor gözümün önüne, adaya ilk ayak bastığında.
Sabah erkenden kalkıyorum. Akdenizin ortasındaki bir volkan adasında, iyot kokulu bir sabah yürüyüşü yapıyorum. Ortalık yeni yeni aydınlanıyor. Adanın merkezine geldiğimde, üzerinde ay-yıldızlı eşofmanıyla Müniri görüyorum. Gülerek, Rakipler geçe çok eğlendi herhalde abi. Müzik sesi hiç kesilmedi. Onlar kalkana kadar, ben yarışa hazır hâle gelirim. Öğrendim, buradaki en iyi derece ingilize aitmiş. Bir çanta dolusu ayakkabıyla dolaşmasından belliydi zaten.diyor. Münir, çat pat yabancı diliyle, bütün rakiplerinin derecelerini öğrenmiş ve gece yatmadan, stratejisini ona göre kurmuş.
Tüm yarışmacılar, öğle saatlerinde, başlangıç noktasında buluşuyor. Önce atletler start alıp zorlu dağları aşacak, bayrağı yamaç paraşütçüsüne devredecek, küreklerine asılacak olan kanocu bayrağı sahilde, adanın etrafını dolaşmak için bekleyen bisikletçiye verecek. Herkesin ortak tahmini, yarışın sıralamasının koşu parkurundan sonra belli olacağı yönünde. Bir kenarda ısınan Münir’in yanına gidiyorum, “Sana güveniyoruz!” diyorum. Isınmasına iki dakika ara veriyor ve Abi benim parkuru görme imkânım olmadı. Bana kalsa startla beraber liderliği alır, tempoyu kendim belirlerim. Ama dağ başında yanlış bir yöne sapma ihtimali de var. O yüzden gözüme ingilizi kestirdim. Önüme onu alıp tırmanacağım. Sonlara doğru da sprintle alırım yarışı. Ah bunlar Mardinin dağlarında olacaktı ki; bak nasıl gözüm kapalı koşuyordum.diyor.
Gözüne ingilizi kestirmiş, belli. ingilizin ondan haberi yok ama. ingiliz, Rambo gibi; bizim Münir, ufak tefek. ingiliz, yanar döner eşofmanlarıyla salınıyor; bizimkisi ay-yıldızlısıyla. Akdenizin ortasındaki volkan adasında, hava da, ortam da git gide ısınıyor.
Münir startla beraber ok gibi fırlıyor. Şehir içi etabından sonra, dağa tırmanmaya başladıklarında, temposunu düşürüp, ingilizi önüne alıyor. ikisi peş peşe, kopuyor diğer gruptan.
Yarışın bundan sonraki bölümleriyle ilgili bilgiyi, helikopterden gelen anonslardan alıyoruz. ikili dağ etabının ilk sektörünü beraber geçiyor; ikincisini de, üçüncüsünü de... Türk ekibine heyecan, diğer takımların temsilcilerine şaşkınlık hâkim. Kimse o ufak tefek adamdan, yarışın favorisiyle başa baş mücadele etmesini beklemiyor. Ama Münir, bir gece evvel ne dediyse onu yapıyor.
Sonra birden, hakemlerin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi beliriyor. Dördüncü sektörü, ispanyol atletin önde geçtiği haberi geliyor çünkü. Münir ve ingilizin yaklaşık 10 dakika gerisindeyken nasıl böyle bir atak yaptığını kimse anlamıyor. Şaşkınlık sürerken, olay aydınlanıyor. Münir ve ingiliz atlet, kritik bir ayırımın olduğu yerde, yanlış yöne gidiyor. Durumu anlayıp geri dönene kadar da arkadaki grup onları geçiyor. Ama ikisi de yılmıyor, bayrağı, takım arkadaşlarına en küçük farkla teslim etmek için tempolarını yükseltiyor ve de bunu başarıyorlar...
Günün sonunda Türk takımı yedinci oluyor. Adada herkes Münirin bu performansını konuşuyor ama Münir ağlamaklı. Üzüntüsünden değil belki ama sinirinden ağlamaklı; sürekli dudağını ısırmasından anlıyorum bunu. Yanına gidip sakinleştirmeye çalışıyorum ama mümkün olmuyor; sürekli olarak, Abi vallahi ingilizin suçu. O sola doğru gidince ben de onu takip ettim. Keşke, startla beraber ok gibi fırlasaydım, hiç beklemeseydim onu. Vallahi ingilizin suçu abi. Diğer arkadaşların emeğine de yazık oldu. Ama sen gördün abi hep ilk iki gidiyordum. diyor.
Herkes, Münirin ne kadar özel bir adam olduğunu biliyor ama o, başkasının peşine takılarak yanlış yapmış olmayı yediremiyor gururuna.
Türkiye'ye dönerken uçakta da kimseyle konuşmuyor, sadece bir ara dönüp, Atletizmde gücün varsa liderliği alacaksın, arkana hiç bakmayacaksın. diyor. O günden sonra Münirle bir daha karşılaşmıyoruz. 2008 yılında Balkan şampiyonu olduğunu, gazetelerden öğreniyorum.
Birkaç gün önce, Pariste düzenlenen Avrupa Salon Atletizm Şampiyonasında 1500 metrede gümüş madalya kazanan Kemal Koyuncuyu sevinç çığlıkları atarken gördüğümde geliyor aklıma, Münir. Kemal, yarışın startıyla beraber liderliği alıyor ve tempoyu, arkasına hiç bakmadan yükseltiyor. Yılın derecesini koşan rakibinin son sprintine cevap veremiyor ama; bir Avupa şampiyonasından, gümüş madalyayla dönmeyi başarıyor. Üstelik başından sonuna kadar tempsounu kendi tayin ettiği bir yarışta yapıyor bunu. Kimseyi geçirmiyor önüne, kimsenin oyununa gelmiyor; güveniyor kendine, arkasına bakmadan gidiyor.
Kemal Koyuncunun, Türk bayrağını göndere çektirip, gümüş madalyasını boynuna takışını izlerken, bir taraftan Müniri düşünüyorum. Mardinin sarp dağlarının yılmaz atletini... Abi vallahi ingilizin suçu! diye söylendiği anlar geliyor gözümün önüne. Bir de, Atletizmde gücün varsa liderliği alacaksın, arkana bakmayacaksın. sözü...
Kemalle Münir belki hayatları boyunca hiç karşılaşmadı. Ama ben Kemalin o müthiş temposunda Müniri gördüm. Yanlış yola sapıp birinciliği kaçırdığı için kendini paralayan Müniri... Yarış günü giyeceği tek ayakkıbısı eskimesin diye dağda antrenman yapamayan Müniri... En çok da sabahın ilk ışıklarında ada meydanında ısınırken karşıma çıkan Müniri...
Biliyoruz Münir, hepsi ingilizin suçuydu...
Dipnot : Bu yazıyı NtvSpor sitesinden Okan Can Yanıtır'ın köşesinden aldım .