hazreti musa'nın annesine de gelmiş taha suresi'nde geçiyor öyle.
Allah buyurdu: “Ey Mûsâ! Dileğin kabul edildi. ﴾36﴿ Zaten sana bir kere daha lütufta bulunmuştuk. ﴾37﴿ Hani annene şunu vahyetmiştik: ﴾38﴿ Onu sandığa koy ve ırmağa bırak; böylece ırmak onu kıyıya çıkarsın ve benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Mûsâ!) Senin üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki (sevilesin), nezâretim altında büyütülüp yetiştirilesin. ﴾39﴿
okunmadan hakkında yapılan genelleme ve yorumların havada kaldığı ayetler. Geliş kanalıda aynı isimle anılır.
Ki ayet denmesi, okunduğunda yani içeriğine bakıldığında hakkında şüphe bırakmadığındandır.
Varlığının veya mümkünlüğünün ispatı talebi okumayanlardan gelir; Okuyan veya yaşayandan talim edenler için yine ayetlerde geçen sebeplerle cevap değeri taşımamaktadır. cehalet içerisinde hazırlandığı görülen tyt deneme sınavı felsefe ve din kültürü sorularına istinaden gerekti...
teoloji kapsamındaki en çetin konulardan birisidir. diğer inanışlarda da kendisine yer edinmesine karşın, islamiyet çeperi dahilinde eleştirilmesi hayli zor görünüyor.
bir kere islam kelamı, tümden levh i mahfuz 'dan geliyor ve tanrı vahyi. peygamber sadece aracı. kitabı yazdırmıyor, not ettiriyor. kendisinin müdahalesi söz konusu dahi değil. bu da, diğer dinlerden islam'a yöneltilebilecek eleştirilere bir set oluşturuyor zira, tanrının kelamı mutlak doğrudur, değiştirilemez gibi kısır bir döngü karşımıza çıkıyor.
ilginçtir, yahudilikte 34 parçalık ahd-i atiğin neredeyse yarısı, yeni antlaşma denen incil'in pekçoğu, tanrı vahyi değil, kul kelamıdır. ve bu dinlere inananlar bunda bir yanlış görmezler. "onu tanrı seçtiyse, yazdığı da tanrının kelamıdır" derler. mantık güzel. (pavlus'un şam yolunda dönüşü ve incil yazarı olması gibi kutsal örneklerle pekiştirirler) ama müslümanlar, doğrudan tanrının kelamının el değmeden inip, günümüze kadar değişmeden geldiği görüşünde birleşiyorlar.
misal tevrat'ın süleyman'ın meselleri kısmı kral süleyman tarafından yazılmıştır. mezmur; yani müslümanların deyimiyle zebur, david'in elinden çıkmaktadır. ve hiçbir yahudi bu genel kabulü reddetmiyor. "ee adam zaten kutsal, vahiy olmasa da olur. onun kalemi, tanrının kalemidir" mantığı var. tabii, musevilikte bir de "tanrının görümleri" olayı var, onu ayrı irdelemek gerekir. 29 parçalık incil'in evanjelik 13 mektubunu bile doğrudan aziz pavlus kaleme almıştır.
ben şahsen bir inançlı olsam, kelamını, tanrının vahiy yoluyla indirmesine gerek duymasını sorgulardım. muhammed bunu dağda yazsa da sorun olmazdı. neticede yüzü suyu hürmetine kainat yoktan var edilmiş bir kişiden söz ediyoruz. elbette ki mürekkebi doğruyu nakledecek. ilginç yani.
Vahye göre hayat yalnızca doğru ve medenice bir hayat değil, aynı zamanda kolay bir hayattır. Aslında haramlar neticesi itibarı ile birçok zorlukları beraberinde getirir ve haramlarla dolu bir hayat, zor bir hayattır. Farzlar ise zor gibi görünse de hakikatte insanı birçok kötülüklerden koruduğu için hayatı kolaylaştırmaktadır. Yani zannedildiği gibi farzlar zor, haramlar kolay ve zevkli değil, aksine haramlar zor ve çirkin, farzlar ise kolay ve güzeldir. Hem farzlar ve haramlar olmadan insan nasıl medeni olabilir. insan hayatı boyunca bir takım ilkelere bağlanmak, bazı şeyleri yapmak ve bazı şeylerden kaçınmak zorundadır. Bu ilkeleri kendi nefsiyle, şeytanın ve çevrenin tesiriyle belirleyeceğine, sonsuz ilim ve merhamet sahibi Allahtan alması daha mantıklı ve doğru değil midir? Vahye uymayıp, medeniyetin esaslarını kendileri belirlemeye kalkanlar geçmişte ve günümüzde nasıl bir toplum meydana getirdiler?
Mesela; Eski Yunan ve Roma arenalarında insanlar, özellikle esirler zevk için vahşi hayvanlar tarafından parçalanır ve diri diri yakılırdı. Roma ve Yunanistanın hukukçu ve filozofları bile bunları uygun görüyorlardı. Aristo ve platon gibi filozoflar bile kadının kürtaj yapmasına müsaade verirlerdi. Eski Yunan ve Roma da babalar öz evlatlarını öldürme hakkına sahipti. Bazı Yunan filozoflarına göre intihar övünülecek bir şeydi. Bu felsefeye bağlı olanlar bazen toplu bir şekilde intihar ederlerdi. Platon bile intiharı kötü saymazdı. Bir erkeğin kendi karısını öldürmesi beslediği bir hayvanı öldürmek kadar normaldi. Eski Yunan hukuk sisteminde bu suç için bir ceza konmamıştı. Hindistanda ölen kocanın cesedi yakılırken karısının ateşe atılıp yanması sevap bir hareket olarak kabul edilirdi.
Thomas Paine "Akıl Çağı" (The Age of Reason) adlı kitabında vahiy konusunu şöyle anlatır;
Tanrı'nın insana doğrudan ilettiği şey anlamına gelir. Eğer Tanrı lütfederse, bu tür bir ilişki kurmada onun gücünü kimse inkar edecek veya tartışacak değildir. Bu durumun var olduğunu kabul etsek bile, bir şeyin özel bir kişiye vahyolunması, herhangi başka bir kişiye olunmaması, bu vahyin sadece o kişiye ait olması anlamına gelir. Bu kişi vahyi ikinci bir kişiye, ikincisi bir üçüncüsüne, üçüncü dördüncüye aktarır ve böyle devam ederse söz konusu vahiy tüm bu insanlar için bir vahiy olmaktan çıkar. Bu sadece birinici kişi için bir vahiydir, diğerleri için de bir söyelenti; sonuç olarak diğerleri de buna inanmakla yükümlü değildirler. Bize ikinci elden yazılı veya sözlü olarak iletilen düşünce ve ifadelerin bir vahiy olduğunu ileri sürmek çelişkidir. Vahiy tanımı gereği ilk ilişkiyle sınırlıdır. Bundan sonrası bu kişinin kendisine vahiy gönderildiğini ileri sürmesinden başka bir şey değildir. Bu kişi kendisini inanmakla yükümlü görebilir, ama benim onun gibi inanma zorunluluğum yoktur, çünkü bu vahiy bana gönderilmemiştir ve benden bu vahyin kendisine gönderildiğini iddia edenin sözüne inanmam istenmektedir.