türbelere kutsallık atfedip olayın özünden uzaklaşarak akın akın tavaf edercesine ziyaret etmeye ilke olarak ben de karşıyım ama bu size insanların mezarlarını tahrip etme hakkı vermemeli.
ehl'i sünnet ve'l cemaat akidesine göre küfür içinde olanların dahil olduğu mezheptir. nedeni, niçini uzun mesele... bilenler bilir.
keza onlara göre de ehl'i sünnet ve'l cemaat küfür içindedir. malları ve canları vahhabilere helaldir. nitekim ilk isyanlarında (1. dünya savaşı'ndan öncekileri kastediyorum) inandıkları gibi davranmışlar, hacıları bile kesmişlerdir.
oysa sucukçu muhasebecisinin bunlara gösterdiği teveccüh sınır tanımıyor. malum 100 milyon dolar ve başka nedenleri de olmalı...
istisnalar hariç hocaefendilerin bunlar konusundaki duyarlılığı o kadar düşük ki sonunda bunların kim olduğunu hadisler eşliğinde açıklamak bir ateiste düştü:
ingilizlerin teşekkül ettiği, salak bir arap ı kandırıp nefsini okşayıp onu peygamber ilan ettirip kendi menfaatlerine göre din icad edip, islamiyeti içten parçalamak mantığı ile ortaya atılan ingilizlerin ortadoğu projesi.
Bu gün ortadoğu yu hala bu proje şekillendirmektedir.
tek kelimeyle islamın en büyük düşmanı olan, (haşa) allah' ı cisimleştiren, ingilizlerin nasıl kurduklarını kitaplarla anlattığı yobaz topluluğun genel adı.
--spoiler--
Fetih Suresi 10. ayet (Yedullahi fevka eydihim) = Allahın eli onların elleri üstündedir.
burda allahın elinin var olduğunu savunur.
--spoiler--
islam'ın terörizmle anılmasına neden olan hede. Ama para bunlarda olduğu için hiçbir sünni mezhep bunları lanetleme cesareti gösteremez sonrada kısık sesle bunlar sünni değil diye bik bik öterler.
Kurucusu muhammed bin vehhab olan, suudi arabistan'ın resmi mezhebidir. Ama ne mezhep!
inançlarına göre;
-Amel imanin parçasıdır, azalır veya çoğalır. Mesela inandığı halde farz olan namazı tembellikten terk etti, o artık kafirdir ve öldürülür.
-Peygamberlerin ve evliyaların ruhlarından şefaat isteyen, kabirlerini ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kafir olur. Ölmüş ve uzakta olan biri seni işitmez, cevap veremez, yardım edemez.
-islamofobiyi yaymak adına kurulmuştur.
- Vefat etmiş peygamberden bir şey istemek şirktir.
-Mezarlar üzerine türbe yapmak, türbelerde namaz kılmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak caiz değildir.
- Bir mezhebe uymayı kabul etmezler.
-Her türlü türbe puthanedir.
-şefaate, keramete inanmazlar.
- tasavvufa inanmazlar. bu konuda şöyle derler:
(tasavvufun başlangıcı, hint yahudilerinin bir oyunudur. eski yunanlılardan alınmıştır. tasavvufçular, şirk ve küfür üzeredir. bunların kitapları, ebu cehil'in hatırlarına gelmeyen şirk ile doludur. mürid şeyhine tapınıyor. evliyanın mezarlarını putlaştırıyorlar. onlara tapınıyorlar.
-Işid'in inancıdır. Kabe'yi yıkmaya bile yeltenmişlerdir.
-zamanında osmanlı'yı arkasından vurmuştur. ingilizlerle birlikte olup osmanlı'nin başına bela olmaya çalışmışlardır.
-Türkiye'de selefiler olarak anılırlar.
bir çok mühtedinin mezhebi. demek ki adamlar davet konusunda iyi çalışıyor. mesela el kaide'nin, ışid'in bir çok militanı mühtedidir. müslümanlığı selefilik üzerinden tanıyor adamlar. aynısını sünni ve şiilerden bekliyoruz. kurtarın olum şu dünyayı.
--alıntı--
hempher kurulma aşamasini anlatiyor
ben, necdli muhammed bin abdülvehhâb ile çok yakın bir arkadaşlık kurdum. dâimâ onu övüyordum. bir gün ona: sen ömer ve alîden dahâ büyüksün. peygamber şimdi hayâtda olsaydı, onları değil seni kendine halîfe tayîn ederdi. ben, islâmın senin elin üzerinde yenilenmesini ve yükselmesini umuyorum. i̇slâmı cihâna yayacak yegâne [biricik] âlim sensin dedim.
abdülvehhâb oğlu muhammed ile kurânı, sahâbenin, mezheb imâmlarının ve müfessirlerin tefsîrlerine muhâlif bir şekilde, temâmen kendi fikrlerimize göre tefsîr etmeği kararlaşdırdık. kurânı okuyor ve bazı âyetler üzerinde konuşuyorduk. bundan maksadım, muhammedi tuzağa düşürmek idi. zâten o da, kendini inkılâbcı olarak göstermek ve dahâ fazla itimâdımı kazanmak için, görüş ve fikrlerimi memnûniyyet ile karşılardı.
bir kerre, cihâd farz değildir dedim.o da:allah, (kâfirler ile harb edin) [tevbe sûresi, âyet: 73] buyurduğu hâlde, nasıl farz olmasın? dedi.
ben, öyleyse allah (kâfirler ile ve münâfıklar ile cihâd et) [tevbe sûresi, âyet: 73] buyurduğu hâlde, niye peygamber münâfıklarla cihâd etmedi, dedim.
o, peygamber dili ile onlarla cihâd etmişdir dedi.
ben, farz olan cihâd, dil ile olanı mıdır? dedim.
o, resûlullah, kâfirlerle muhârebe etmişdir dedi.
ben, peygamber, kâfirlerle, kendini müdâfea için cihâd etdi. zîrâ kâfirler onu öldürmek istiyorlardı dedim.
evet manâsında, başını salladı.
bir kerre, ona (müta) nikâhı câizdir dedim.
o, câiz değildir dedi.
ben, allah, (onlardan fâidelendiğinize mukâbil, karârlaşdırılmış olan mehrlerini verin) [nisâ sûresi, âyet: 24], buyuruyor dedim
o, ömer, peygamber zemânında mevcûd olan iki mütayı yasak etdi ve onu yapanı cezâlandıracağını bildirdi dedi.
ben, sen hem, ömerden dahâ iyi biliyorum diyor, hem de ona tâbi oluyorsun. kaldı ki ömer, peygamber halâl ediyordu, ben yasaklıyorum demişdir sen niye kurân ile peygamberin sözünü bırakıp, ömerin sözünü tutuyorsun dedim.
[ömer radıyallahü anh böyle söylemedi. i̇ngiliz câsûsu, bütün hıristiyanlar gibi, hazret-i ömere düşman olduğundan, bu sözü ile de saldırmışdır. (hucec-i katıyye)de diyor ki, (ömer radıyallahü anh, müta nikâhını resûlullahın yasak etdiğini, onun yasakladığı şeyi yapdırmıyacağını söyledi. eshâb-ı kirâmın hepsi, halîfenin bu sözünü destekledi. aralarında hazret-i alî de vardı)..]
o cevâb vermedi. anladım ki, iknâ oldu.
o an, necdli muhammedin canının kadın istediğini biliyordum, kendisi bekâr idi. ona, gel müta nikâhı ile birer kadın alalım. onlarla eğleniriz dedim. başını sallayarak kabûl etdi. bu fırsatı büyük bir ganîmet bildim ve ona eğlencelik bir kadın bulmağa söz verdim. benim gâyem, onun insanlardan olan korkusunu kırmakdı. fekat o, bu işin aramızda sır olarak kalmasını ve ismini dahî kadına söylemememi şart koşdu. alelacele, orada müslimân gençleri ifsâd etmek için, müstemlekeler nâzırlığı tarafından gönderilen, hırıstiyan kadınların yanına gitdim. onlardan birine meseleyi anlatdım. kabûl edince, ona safiyye ismini verdim. necdli muhammedi onun evine götürdüm. evde sâdece safiyye vardı. necdli muhammed için bir haftalık nikâh akdini yapdık. o da kadına (mehr) olarak biraz altın verdi. ben dışardan, safiyye içerden, necdli muhammedi aldatmağa başladık.
safiyye, necdli muhammedi iyice eline aldı. zâten, o da, ictihâd ve fikr hürriyyeti behânesi ile, şerîatın emrlerine karşı gelmenin nefsânî tadını duymuşdu.
müta nikâhının üçüncü gününde, içkinin harâm olmadığına dâir uzun uzadıya onunla münâkaşa etdim. o ne kadar harâm olduğuna dâir âyet ve hadîs getirdiyse, hepsini ibtâl etdim ve en son, yezîd, emevî ve abbâsî halîfelerinin içki içdiği bir gerçekdir. hepsi dalâletde de, sen mi doğru yoldasın? şübhesiz onlar, senden dahâ iyi kurânı ve sünneti bilirlerdi. kurân ve sünnetden, içkinin harâm değil de mekrûh olduğunu anlamışlardır. yehûdî ve hıristiyanların kitâblarında da, içkinin mubâh olduğu yazılıdır. bütün dinler allahın emrleridir. hattâ rivâyete göre, ömer, (siz hepiniz vazgeçdiniz değil mi?) [mâide sûresi, âyet: 91] âyeti nâzil oluncaya kadar, içki içmişdir. şâyed harâm olsaydı, peygamber onu cezâlandırırdı. peygamber onu cezâlandırmadığına göre, içki halâldir dedim.
[hâlbuki ömer radıyallahü anh, harâm edilmeden evvel içerdi. harâm edilince, aslâ içmedi. emevî ve abbâsî halîfelerinden bazılarının alkollü içki içmesi, alkollü içkinin mekrûh olduğunu göstermez. kendilerinin fâsık olduklarını, harâm işlediklerini gösterir. çünki, câsûsun söylediği âyet-i kerîme ve diğer âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, alkollü içkinin harâm olduğunu bildirmekdedir. (riyâdun-nâsıhîn)de diyor ki, (başlangıcda şerâb içmek câiz idi. hazret-i ömer, sad ibni vakkas, sahâbînin bir kısmı içerlerdi. sonra, bekara sûresinin 219. cu âyeti inerek, günâhının çok olduğu bildirildi. dahâ sonra, nisâ sûresinin 42. ci âyeti gelerek, (serhoş iken nemâza yaklaşmayınız!) buyuruldu. nihâyet, mâide sûresinin 93. cü âyeti gelerek, şerâb harâm oldu. hadîs-i şerîfde, (çoğu serhoş edenin, azı da harâmdır) ve (şerâb günâhların en büyüğüdür) ve (şerâb içen ile arkadaşlık etmeyiniz! cenâzesine gitmeyiniz! ondan kız alıp vermeyiniz!) ve (şerâb içmek, puta tapmak gibidir) ve (şerâb içene, satana, yapana, verene, allahü teâlâ lanet etsin) buyuruldu.)
necdli muhammed: bazı rivâyetlere göre, ömer içkiyi su ile karışdırarak içiyormuş ve serhoş etmez ise, harâm değildir, diyormuş. ömerin görüşü doğrudur, çünki, kurânda deniliyor ki, (şeytân, içki ve kumar ile aranıza adâvet ve buğz sokmak ve allahın zikrinden ve nemâzdan alıkoymak ister. artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?) [mâide sûresi, âyet: 91.] i̇çki sarhoş etmediği zemân, âyetde bildirilen günâhlara sebebiyyet vermez. binâenaleyh, içki sarhoş etmediği zemân, harâm değildir dedi.
[hâlbuki peygamberimiz, (çok içince serhoş edenin, serhoş etmeyen az mikdârını içmek de, harâmdır) buyurdu.]
aramızda geçen bu içki ile alâkalı münâkaşayı safiyyeye bildirdim ve ona çok kuvvetli bir içki içirmesini tenbîh etdim. sonra, dedi ki: senin dediğini yapdım, içkiyi içirdim, oynadı ve o gece bir kaç sefer benimle berâber oldu. i̇şte böylece, safiyye ile birlikde, necdli muhammedi iyice ele geçirdik. müstemlekeler nâzırı ile vedâlaşdığım zemân bana: biz ispanyayı kâfirlerden [müslimânları kasdediyor] içki ve zinâ ile aldık. yine bu iki büyük kuvvet ile, diğer bütün topraklarımızı da geri alalım, demişdi. bu sözünde ne kadar haklı olduğunu şimdi anlıyorum.
bir gün necdli muhammede oruc meselesini açdım: kurânda, (oruc tutmanız, sizin için dahâ hayrlıdır) [bekara sûresi, âyet: 184] deniliyor. farz olduğu söylenmiyor. öyleyse, oruc islâm dîninde sünnetdir, farz değildir dedim. bu teklifime itirâz edip, beni dînimden mi çıkarmak istiyorsun? dedi. ben de, ona: din, kalbin temizliği, rûhun selâmeti ve başkasının hakkına tecâvüz etmemekdir. peygamber, (din sevgidir) dememiş mi? allah da, kurân-ı kerîmde, (sana yakîn hâsıl oluncaya kadar rabbine ibâdet et!) [hicr sûresi, âyet: 99], buyurmamış mı? [bütün islâm kitâbları diyor ki, burada (yakîn) ölüm demekdir. bu âyet-i kerîme, (ölünciye kadar ibâdet et!) demekdir.] öyle ise, insana, allah ile kıyâmet günü hakkında yakîn hâsıl olup, kalbi iyi, ameli de temiz olduğu zemân, insanların en fazîletlisi olur dedim. bu sözlerime mukâbil, hayır, doğru değildir manâsında, başını salladı.
bir kerre ona dedim ki: nemâz farz değildir dedim. nasıl farz değildir? dedi. cevâben, allah kurânda, (beni anmak için nemâz kıl) [tâhâ sûresi, âyet: 14], buyuruyor. öyle ise, nemâzdan maksad, allahı anmakdır. binâenaleyh nemâz kılmak yerine, allahı anabilirsin dedim.
o da, (evet bazı kimseler, nemâz vaktlerinde nemâz yerine allahı zikr ediyorlarmış) dedi.
[peygamberimiz (nemâz dînin direğidir. nemâz kılan dînîni yapmış olur. kılmıyan, dînini yıkmış olur) ve (nemâzı, benim kıldığım gibi kılınız!) buyurdu. nemâzı bu şeklde kılmamak büyük günâhdır. kalbin temiz olmasına alâmet, nemâzı doğru kılmakdır.]
ben de, onun bu sözüne çok sevinmişdim. bu fikri ileri götürmeğe çok çalışdım ve onun kalbini ele geçirdim. sonra bakdım ki, nemâza ehemmiyyet vermiyor. bazen kılıp, bazen kılmıyor. bilhâssa sabâh nemâzlarını çok kaçırıyordu. zîrâ, gece ortasına kadar onunla konuşarak, uyumasına mâni oluyordum. sabâhları da, hâlsiz olduğu için, nemâza kalkamıyordu.
necdli muhammedin omuzundan îmân libâsını yavaş yavaş indirmeğe başladım. bir gün, peygamber hakkında da onunla münâkaşa etmek istedim. bundan sonra, bu mevzûlarda, benimle konuşursan, aramız açılır ve seninle alâkamı keserim dedi. bunun üzerine, bütün muvaffakıyyetimin bir anda zâil olacağı korkusundan, peygamber hakkında konuşmakdan vazgeçdim.
sünnîlik ve şîîliğin hâricinde, kendisine bir yol tutmasını telkîn etdim. o da, bu fikrime ehemmiyyet veriyordu. zîrâ mağrûr birisiydi. onun yularını safiyye sâyesinde, ele geçirdim. bir kerre de, peygamber eshâbını birbirine kardeş yapmış, doğru mu? dedim. evet, dedi. bunun üzerine, islâmın ahkâmı geçici mi, devâmlı mı? dedim. devâmlıdır. zîrâ peygamber muhammedin halâlı kıyâmet gününe kadar halâl, harâmı da kıyâmet gününe kadar harâmdır dedi. ben de öyleyse gel seninle kardeş olalım dedim ve onunla kardeş olduk.
o günden sonra, ondan hiç ayrılmadım. sefere çıkdığında dahî berâberdik. kendisine çok ehemmiyyet verirdim. zîrâ, gençliğimin en kıymetli günlerini vererek ekdiğim ağaç, meyvesini vermeğe başlamışdı.
bir gün, şöyle bir rüyâ uydurdum: dün gece peygamberimizi rüyâda gördüm. hocalardan duyduğum sıfatlarını da söyledim. bir kürsîde oturuyordu. etrâfında, hiç tanımadığım âlimler vardı. siz girdiniz. yüzünüz nûr gibi parlıyordu. peygamberin yanına vardığınızda, peygamber yerinden kalkdı ve her iki gözünüzün arasını öpdü. ve sen benim adaşım, ilmimin vârisisin, din ve dünyâ işlerinde, benim vekîlimsin dedi. sen dedin ki, yâ resûlallah! ben ilmimi insanlara açıklamakdan korkuyorum? peygamber cevâben, sen en büyüksen, hiç korkma dedi.
muhammed bin abdülvehhâb (necdli muhammed), rüyâyı duydukdan sonra, sevincinden uçuyordu. bir kaç defa doğru söyleyip söylemediğimi sordu. ben de, her seferinde, yemîn ederek, doğrudur dedim. o da, doğru söylediğime emîn oldu. zan ediyorum ki, o günden sonra, aşıladıklarımı açıklamağa, yeni bir mezheb kurmağa karâr
--alıntı--
şimdi bilin bakalım türkiye'de buna benzer bir yapılanmasının olduğu topluluk kimdir?