"Vahdettin, Türkiye'nin ölüm fermanı demek olan Sevr Anlaşması'nın imzalanması için emir verirken gelecekte ingiltere'nin yardımına dayanacağı ümidi beslediğini..."
ingiliz temsilcisi Amiral de Robeck, 21 Ağustos 1920'de Vahdettin'le görüştükten sonra ingiltere'ye gönderdiği rapordan.
"...zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan özgür bırakıyoruz. Demiryollarını sıkça denetimimizde tutuyor ve istediğimiz herşeye el koyuyoruz. Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor...Halife elimizin altında bulundukça islam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz... Bildiğiniz gibi Padişah (Vahdettin) bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
Amiral Webb* imzalı 19 Ocak 1919 tarihli mektuptan.
"...Padişah Vahdettin'in iyi bir ingiliz dostu olduğu, ingiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak için herhangi bir yol olup olmadığını merak ettiği ve ingiltere'nin kendisine "halifelik" makamında destek olup olamayacağını sorduğunu..."
istanbul'daki ingiliz temsilcinin 10 Ocak 1919'da Bolfour'a gönderdiği mektup.
Vahdettin'in, Sadrazamı Damat Ferit aracılığıyla 30 Mart 1919'da ingiltere'e sunduğu barış projesi;
"1. ingiltere gerekli gördüğü yerleri 15 yıllığına işgal edebilecek,
2. Sultan, Osmanlı Bakanlıklarında gerekli görülen yerlere ingiliz müsteşarlarının tayinine izin verecek,
3. Her vilayete birer ingiliz Konsolosu tayin edilecek,
4. Bu konsoloslar 15 yıl süreyle Valinin yanında müşavirlik yapacak,
5. Türkiye'deki seçimler ingilizlerce kontrol edilecek,
6. ingiltere Türk maliyesini kontrol edecek,
7. Doğu halkının anlayışına göre anayasa sadeleştirilecek."
ingilizler, bu anlaşma teklifini kabul etmeyince Vahdettin, 30 Mart teklifindeki şartlara bir de Doğu'da "Bağımsız bir Kürdistan" kurulmasını kabul ettiğini eklemiştir. ingilizler bu teklifi kabul etmiş ve ingilizlerle bir gizli antlaşma imzalanmıştır.
Vahdettin, 23 Mart 1921'de sırasıyla ingiliz, Fransız ve italyan temsilcilerle görüşmüştür. O gün Padişah'la görüşen ingiliz temsilcisi Rumbold, Lord Curzon'a gönderdiği yazıda görüşmenin detaylarını şöyle anlatmıştır:
"Bir avuç haydut orada erki ele geçirmiştir. Sayıları azdır, ama tam olarak halkın boğazına ilmiği geçirmişlerdir. Halkın iteatkar, korkak ve yoksul olmasından yararlanmaktadırlar. Onların gücü, tek kaygıları kendi çıkarları olan 16.000 subayın desteğine dayanır... Ankara önderleri, bu ülkede gerçek çıkarları olmayan, ülkeyle kan veya başka ilişkileri bulunmayan kişilerdir. Mustafa Kemal, kökeni bilinmeyen Makedonyalı bir asidir. Onun kanı Bulgar, Yunan ve Sırp kanı olabilir. Türk olmayan, Arnavut, Çerkez olan hepsi de birbirlerine benzemektedir. Onlar arasında tek bir gerçek Türk yoktur. Buna rağmen ben ve hükümetim onların önünde güçsüzüz. Onların kıskacı o kadar etkindir ki, propaganda vasıtasıyla bile Türklere ulaşmak olanaksızdır. Gerçek Türkler merkeze sadıktır, ama tehdit ediliyor ve aldatılıyorlar. Bu adamlar bana boyun eğdirmeye çalışıyorlar ve dıştan Bolşeviklerden yardım sağlamaya uğraşıyorlar. Bolşevikler şimdi Türk hududuna yaklaşmıştır. Ankara önderleri onlarla entrika çeviriyor".
Mustafa Kemal, TBMM Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey başkanlığındaki bir heyeti Londra'ya göndermeye karar vermiştir. Yusuf Kemal Bey, Londra'ya gitmeden önce istanbul'a uğrayarak 23 Şubat 1922'de Padişah Vahdettin'le görüşür. Padişah Vahdettin, Yusuf Kemal Bey'le görüşürken, diğer taraftan bir ajanını Yusuf Kemal Bey'in kaldığı eve göndererek, Yusuf Kemal Bey'in çantasındaki "gizli belgelerin" suretlerini çaldırıp bir mabeyncisiyle suratle ingiliz Yüksek Komiseri Sir Rumbold'a göndermiştir.
Francis Osborne, bu belgelerle ilgili olarak 14 Mart'ta şu notu yazmıştır:
"Padişah, Yusuf Kemal'in valizinden çalınan belgelerin suretlerini bize göndermekle ankara'daki durumu en iyi biçimde gösteriyor."
Ne oldu?
Tamam hain diyelim, ne oldu?
Başımız göğe mi erdi?
Uzaya mı çıktık?
En son teknoloji bir şeyler mi bulduk?
Cari açık azalıp, işsizlik geriledi mi?
Terör azalıp, somali de açlık azaldı mı?
Trafik canavarı öldü mü?
Tamam hain demeyelim ne oldu?
Bırakalım bu işleri.
Herkes, gerçek bu diye bir şey tutmuş gidiyor.
Her gerçek, gerçek problemleri çözmüyor.
Bırakalım gerçekler, gömülü, gizli ve saklı kalsın.
Napolyon, para, para para dedi.
Ben de
ne fayda, ne fayda, ne fayda diyorum.
ezbere konuşulan ve artniyetle yürütülen bir tezdir. buraya kadar olan kısımlarda gereken açıklamaları yaptığım için, tekrar dönüp hayır şu şöyleydi, bu böyleydi demeyeceğim. (bkz: uludağ sözlük'te büyük kapışma)
yalnız şunu bilmek gerekir ki, atatürk vahdettin'i öyle de yiyecekti, böyle de yiyecekti. bunun için vahdettin'in hain olmasına gerek olmadığı gibi, hatta kahraman olmasının bile bir önemi yoktu. atatürk, yaptıklarını yapmayı kafasına çok önceden koymuştu, fırsat kolluyordu, iç ve dış şartlar bir araya gelince de onları yapmakta hiç tereddüt etmedi.
bir örnek: mesela atatürk, birinci dünya savaşı sürerken, darbe yapmayı ve ülkeyi savaştan çekmeyi hedefliyordu. bir çok yerde, bir çok defa bu isteğini dile getirmiştir. birisinde cemal paşa'ya bizzat teklif etmiş, o da kendisini enver paşa'ya jurnallemiştir. 1916'da teşkilat-ı mahsusa'nın ünlü silahşörlerinden yakup cemil istabl'da darbe yapıp mustafa kemal'i başa geçirmek için harekete geçmiş, ancak başarılı olamamış ve idam edilmiştir.
vahdettin'in başa geçtiği 1918 yazında, henüz birinci dünya savaşı sona ermemişken, atatürk, kendi özel defterine şunları yazmıştır:
--spoiler--
-Benim elime büyük yetki ve kuvvet geçerse, ben içtimaî hayatımızda istenilen inkılâbı bir ânda bir (coup - darbe) ile yapacağımı umarım. Çünkü ben bazıları gibi, halkı ve ulemâyı yavaş yavaş benim fikirlerimin seviyesinde görmeye ve düşündürmeye alıştırmak yoluyla bu işin yapılabileceğini kabul etmiyor ve böyle harekete karşı ruhum isyan ediyor. Ben bu kadar senelik yüksek tahsilden sonra, içtimaî ve medenî hayatı inceledikten ve hürriyeti tatmak için ömür harcadıktan sonra, neden halk seviyesine ineyim? Onları kendi seviyeme çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. Şu da var ki, bu hususta tedkike şâyân bazı noktalar var, bunları iyice kararlaştırmadan işe başlamak hatâ olur!..
--spoiler--
erzurum kongresi sırasında, mazhar müfit'in kulağına gizlice fısıldadığı ve ona yazdırdıklarına bakalım bir de:
--spoiler--
-Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacaktır. Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince icab eden muamele yapılacaktır. Tesettür kalkacaktır. Fes kalkacaktır. Medenî milletler gibi şapka giyilecektir. Lâtin hurufu kabul edilecektir.
--spoiler--
yani kısaca şunu bilmek gerekir ki, atatürk ortaya çıktıktan sonra, vahdettin'in hain olmamak ve hain ilan edilmemek gibi bir şansı yoktu. o artık ağzıyla kuş bile tutsa, bu ülkeden kovulacaktı. çünkü cumhuriyetlerde padişah olmaz.
nitekim, 9 eylül'de izmir'de yunan denize döküldükten sonra, atatürk hemen istanbul'daki osmanlı kalıntısını ortadan kaldırmak için kolları sıvadı. ilk başta vahdettin hain değildi. ama hemen 1 kasım 1922'de saltanat kaldırıldıktan sonra, hain olmaması için hiçbir sebep kalmadı.
karar, tbmm'sinde, atatürk'ün "ben yapacağımı yine yapacağım. ihtimal bazı kafalar koparılacaktır" şeklinde tehditleriyle alındı. oylamaya sunulur sunulmaz, "kabul edilmiştir" denilerek alındı. bir kişinin "itiraz ederim" diyen sesi duyuldu: ziya hurşit'in; birkaç sene sonra atatürk'e suikast davasının baş sanığı olarak idam edilecek milletvekilinin...
saltanatın kaldırılması, 600 küsür senelik osmanlı devletine resmen son veriyordu. bu durumda vahdettin, artık sarayında padişahlık sıfatına malik bulunmayarak duruyordu. hala halife idi. fakat bu kararı kabul etmiyordu; hilafetin devlet reisliğinden ayrılmasının islama aykırı olduğunu söylüyor ve kararı protesto ediyordu.
ama çok geçmeden, istanbul'da bizzat ona yönelik dehşet gösterileri başladı. atatürk'e muhalefet edilmiş bazıları kaçırılıp linç edildiler. vahdettin de linçle korkutuluyordu. en yakınına kadar sokulan arabulucular, ülkeyi terketmesinin daha uygun olduğunu telkin ediyorlardı. iki hafta kadar direndi. sonunda gitmeye karar verdi. gitti ve hain oldu.
bilinemeyecek şeydir. nasıl bir televizyon bir olayı veya kişiyi bize iyi kötü şekilde lanse edip bizde onu öyle kavrıyorsak bu durumda aynen öyledir. genel olarak insanlara empoze edilmeye çalışılan şey vahdettin in hain olduğudur. ancak ortada mustafa kemal paşa ile görüşmesi gibi bir olay varken kesin yargıda bulunmak saçma geliyor.
yanlış olabilecek tespittir. ben vahdettini biraz garip olacak ama hitler.e benzetiyorum, nasılki hitler yenildi şimdi arkasından herkes ona sövüp sayıyor, kendi rezaletlerini onunla aklıyor, vahdettin ülkeyi terk etti, gittiği ülkede asla propaganda yapmadı, cumhuriyete karşı tek bir demeçte bulunmadı, ülkeyi terkederken osmanlı hazinesine ve tarihi eserlerine dokunmadı, kutsal emanetlerden üç beş tanesini götürse krallar gibi yaşayacakken fakir bir hayat yaşadı, tabutuna haciz geldi. bunu genç kemocanlar bilmez..
bu adam bir menfaat peşinde olsaydı herhalde avrupalı ona krallar gibi bakardı, ama avrupalı onu kullanamadı, vahdettini ülkenin aleyhine çalışmaya ikna edemediler, geçmişte yaşayıp ölmüş kemocanların sevdiği şahsiyetlere bişey deyince ölünün arkasından konuşulmaz derler, ama vahdettin haindi dürzüydü saydırıyorlar, ayıp denen bişey var. ama sizin haberiniz yok bundan.
osmanlı devleti vahdetinle değil kanuni sultan süleymandan sonra gelen padişahların anneleri yüzünden çökmüştür. bunu azıcık araştırmanızdan sonra görebilirsiniz. vahdettin o dönemde hiç birşey yapamazdı zaten artık geri dönüşü olmayan bir yoldaydı devlet. buna rağmen genede çabası olmuştur birşeyler adına ama boşa. ama siz bu adamı hain gösteriyorsunuz yok şunu yaptı yok bunu yaptı. Atamızda rusların komünist liderleriyle iyi olmadı mı ? ne için iyi oldu türkiye'nin çıkarları için. iyiki de oldu. işte o zaman da bu adam sırf onun için ingilizler ile anlaşmaya varmak istemiş olabilir bence.
ecevit de fesliydi abdulhamitçiydi dimi.2 gram yalan yanlış tarih bilgisiyle niye başlık açarlar anlamam.gidin iki sayfa kitap okuyun da kahraman görün.vahdettine dil uzatmak nankörlüktür.
üzerinde büyük tartışmalar olan olay. hain mi bilmiyorum ama atatürk gibi yürekli ve güçlü bir adam olmadığı kesin. yıldırım beyazıd da timur ülkeyi mahvedince timur'a yalaklansaydı o zaman ? istanbul kontrol altına alındı diye bir bahane mi olur lan ? sen halifeyim diyorsan ülkenin padişahıyım diyorsan ingilizlere yalaklanmayacaksın. allah'ın yeryüzündeki gölgesiyim diyorsan gideceksin ankara'ya başlatacaksın savaşını. allah'tan onun yerine başkaları yapmış.
osmanlı torunlarının idrak edemedikleri hakikat, gerçi osmanlı hanedanı tarihi boyunca düşmana sığınmış, kardeşlerini katletmiş hatta savaş alanında babasını satıp kaçmış şehzadeler yetiştirmiştir.
vatan haini padişah vahdettin, işte bu soyun özeti gibidir. anadolu'daki milli mücadeleyi baltalamak için elinden geleni yapmıştır. kuva- yi milliye'ye karşı Kuva-yi inzibâtiyeyi kurdurmuştur (1920). başta mustafa kemal ve silah arkadaşları için idam fermanı çıkarmıştır. milli mücadele başarılı olup, ingilizlere sığınıp kaçtıktan sonra bile pisliğe devam etmiş, türk milletini amerika'ya şikayet etmiştir.