güzel bir günün sabahına kuş cıvıltılarıyla uyanırsınız. bu güzel sabah canınız ne ister? elbette simit ve çay. simit yerseniz adeta mutlu olacaksınız ve o anda...
o da nesi? bu bir uçak mı? bu iffaiye arabası? ambulans? süpermen? hayır! bu bir simitçi. hem de öyle uzakta ki. sesi geliyor ama kendisi görünmüyor. o derece.
o, "simiiidaaleeeen" diye bağırdıkça siz de var gücünüzle "simitçiiiii" diye haykırıyorsunuz. duymuyor. yürüdükçe sesi azalıyor, uzaklaşıp gözden tamamen kayboluyor. siz "simitçiiiiiiii" diye haykırdıkça insanlar sizi simitçi sanıp sizin etrafınızda toplanıyor.
derdinizi anlatamıyorsunuz. "ben simitçi değilim yahu" da diyemiyorsunuz. bu insanlar sizden bir şeyler bekliyor. en çok da simit. oysa onlara nasıl yoktan simit yaratacaksınız?
simitçi duymaz yada bilerek bir müddet duymamazlıktan gelir ki sizin rezil olmanızı izleyebilsin.
"simitçiiii hopppp lan hişttt" dersiniz bakmaz. daha sonra koşar adımlarla üzerine doğru koşmaya başlarsınız, herkes size bakıyordur, simitçi hala gidiyodur ama. yaklaştıktan sonra bi daha bağırırsınız:
"lan simitçiii hoppp lan" diye. daha sonra o gavat döner arkasını bir de "ne lan diyon" diye efelenir. * bunların hepsi halk plajında geçerse ünlü olmamanız içten bile değildir; denizdeki, sahildeki herkes size dik dik bakmaktadır. tabi simitçi bu arada nerelere bakmaktadır ve sizi neden duymamıştır kim bilir? (bkz: sahilde simit satan abaza simitçi)