mükemmel bir nuri bilge ceylan filmi.yönetmenin diğer yapıtlarında olduğu gibi burada da her sahne bir fotoğrafmışçasına etkileyicidir.2003 yılında cannes film festivalinde ödüller kazanmış,bir çok ülkede gösterime girmiş ve beğeniyle karşılanmıştır.diyalogların vurucu etkisi ve karlar altındaki istanbul'un sadeliği izleyeni mest eder.kesinlikle bir kaç kez izlenmeli ve her sahnesi beyne işlenmelidir.filmin başrol oyuncusunun tam da gösterime girerken trafik kazasında yaşamını yitirmesi,filmin etkisini ve dramatizmini arttırdı.*
Her ölüm dünyada bir çatlak açar bir boşluk bırakıp gider her kişi: öteki
kişiler de, şimdi, o çatlağı kapatmakla, o boşluğu doldurmakla görevlendirilmiş
hissederler kendilerini.
Oysa, zamanla, çevre dokunun da çatlaması ve boşalmasıyla, o çatlak belirsiz öteki
çatlaklardan ayırt edilemez- hale gelecek; o boşluk da, zaten yokolacaktır. Ama
kişiler bunu düşünmezler: uğraşıp dururlar o çatlakla, o boşlukla- ama faydasızdır bu
çaba: çatlak kapanmaz, boşluk dolmaz; uğraşıp durur kişiler, kendileri de birer çatlak,
birer boşluk olana dek o zaman da görevi yeni kişiler
devralmış bulacaktır kendilerini
Oysa önemli olan, çatlağı açıkça görebilmek, boşluğu
olduğu gibi yüklenebilmekti.
Çünkü ölüm, onmaz; yaşam, onarılamazdır.
tarkan'ın 2001 senesinde çıkardığı, karma albümünden, sözleri mete özgencil'e, müziği mete özgencil-hüsna arslan'a ait, karma albümünün en iyi şarkısı olmasa da, özellikle sözleriyle, enfes olan, dinlenilmesi gereken tarkan şarkısı.
sözleri de şöyledir:
karnı tokken sızlanandan
zevk sürerken sıkılandan
el içinde ağlayandan uzak tutun beni uzak
uzak tutun bana uzak
dost lafından gocunandan
kuşkusuyla buz tutandan
düşmanına dost durandan uzak tutun beni
uzak
uzak tutun bana uzak
sevabının anlatandan
günahına kulp takandan
düşmanına dost durandan uzak tutun beni
uzak
uzak tutun bana uzak
suretiyle kandırandan
şeytanıyla yarışandan
aynalrdan kovulandan uzak tutan tutun beni
uzak
uzak tutun bana uzak
herhangi bir yere değil; istanbul'a veya büyük şehirlere yabancılığın en iyi anlatıldığı film.
filmin anlatmak istediğini, benim gibi anadolulu bir insan, doğma büyüme istanbullu olan birinden çok daha iyi anlar. biz; küçük şehirlerden gelenler..
biz; büyük şehirlerde aile büyüklerinin hatrını kıramayıp, hiç tanımadığımız, bizden nefret eden ama en küçük tebessümünde sevmeye hazır olduğumuz akrabalarının yanında kalanlar..
evde olsa bi ayakkabıyı bir yana, öbürünü bir yana atmak, ev ahalisine bağırmak varken; misafirlikte kendi eşyalarını, ev sahibinin eşyaları önünde aşağılayanlar.. ev sahibiyle göz göze gelmeye çekinip, ona siz diyenler.. ona, içinden küfretmeye bile korkanlar..
üstünü değiştirirken bile ses çıkarmaya çekinenler..
pasaklı biri zannedilmemek için, elini yüzünü aşındırırcasına yıkayan, "bak ben güvenilir biriyim" imajı vermek için, bavulunu ev sahibinin gözüne soka soka toplayanlar...
vücut diliyle "ben buraya gezmeye tozmaya gelmedim, başı boş değilim, aslında yapacak işlerim var haa" demeye çalışanlar..
kendi geldiği şehirde aynı yüzleri görüp, karşısından bir anda bu kadar farklı simayı görüp şaşanlar..
o bilinmeyen şehrin sokaklarında gezerken, aslında aynı şehirlerden geldiğiniz; fakat burada karın tokluğuna garsonluk, tezgahtarlık yapan hemşeriye abartılı bir saygıyla yaklaşanlar,, o hemşeriden ise küçümseyici karşılıklar alanlar...
yabancılaşma kavramı derinden derine işlenmiş bu filmde. bunun yanında özellikle son sahne; acaip bir şekilde dikkatimi çekmiştir. köylü genc'in balkonda sigarasını tüttürürken bir çatıda çalışan işçiye bir de gemiye bakması[umudunun yavaş yavaş gidişine bakması] özelikle bu sahne ve mehmet emin toprak'ın köylü gencin samsun cigarasından bir tane alıp içmesi ki ilk başta bu sigarayı reddetmişti;
herkes tarafından mutlaka okunmasını istediğim müthiş bir oruç auroba kitabı.
ilk basım yılı 1995 olan, 134 sayfalık kitabın içeriği 3 bölümden oluşuyor.
uzak,
tavşan besleyen,
özlem çekene kılavuz.
her satır öylesine derin, öylesine içine içine çekiyor ki sizi aynı satırları tekrar tekrar okumak isteyeceksiniz.