uyuşturucu kafası

entry4 galeri0
    1.
  1. ben bu kokuyu iyi tanırım.

    onbeş yaşımın yaz tatili için sınıftaki bir kaç arkadaşım ve onların mahalle arkadaşları ile şile'de ki bir kampingde çadır tatili yapmaya gitmiştik. o kamp evden ayrı yaşadığım ilk tatil olması bakımından ayrıca bir macera idi ama, bu koku ile ilk tanıştığım yer olması hayatımın kalanı üzerinde çok daha fazla etki yaptı. beş oğlan çocuğunun dört metrekarelik ve tabanı olmayan bir çadırda geçirdiği on gün ve her gün en az altı tane inanılmaz olay. bunu sonra anlatırım.

    hangi geceydi tam hatırlamıyorum ama diğerleri yatmışken ben ve yavuz kumsala inip bir kaç yüz metre ötede kamp ateşi yakmış gitar çalıp şarkı söyleyen üniversiteli çocukların yanına gitmek istedik. çünkü aralarında kızlar da vardı. tabi tek yapabileceğimiz yanlarından geçerken bakabildiğimiz kadar bakmak sonra da biz zaten şu tarafa doğru yürüyorduk havalarında geçip gitmek.

    ************
    hormon takviyeli hayalgücümüzün hikayeye katkısı şöyle olabilirdi ama malesef olmadı.

    yanlarından geçerken aralarından biri bize;
    - çocuklar eğer işiniz yoksa bize katılsanıza dedi. ve şöyle devam etti;
    - biz gurup seks yapmak istiyoruz ama erkekler iki kişi eksik siz de katılırsanız eğer kız ve erkek sayısı eşit olacak kimse açıkta kalmayacak. lütfen bizi kırmayın.

    ************

    ay yoktu ve kumsal -ki bilenler bilir neredeyse dört beş kilometrelik bir kumsaldan bahsediyorum- zifiri karanlıktı. ortamda ki tek ışık ikiyüz metre uzaktaki gençlerin kamp ateşi. fakat ben birden onu gördüm. bir ateş böceği. önce tüm ışığını saçıyor sonra kendini hafifce söndürüp yarım metre sağa kayıyor daha sonra tekrar en parlak haline ulaşıp bu sefer gene ışığını azaltıp sola kayıyordu. her nedense o böceği yakalamak bana ilginç bir fikir gibi geldi ve o tarafa yöneldim. hemen beş on adım ötemde sağa sola kaçışıp duran ateş böceğini yakalamaya giderken kendime o kumsalda bir ateş böceğinin ne işi olabileceğini hiç sormadım. işte o kesif koku ile tanışmam da böyle oldu. böceğin rotasına yaklaştıkça koku artıyordu. koku arttıkça ben böceğe yaklaşıyordum. artık böcek sadece bir adım ötemdeyken hatta avuçlarımı çukurlaştırıp böcek için kafes olacak şekilde birbirine yaklaştırmışken kumsal üstünde oldukça yumuşak ve ama ayağımın kuma saplandığı gibi saplanmadığı bir şeye bastım;

    - duuğğrrrr !

    gecenin o saatinde kumsal, esrar sarıp içmek için oldukça uygun bir yerdi. tabi salağın biri gelipte karın boşluğunuza basmazsa. daha sonra defalarca türkiye'nin pek çok kumsalında sarmış ve içmiştim ama hiç kendim gibi bir salak gelipte üstüme basmadı.

    rowan

    kısa bir tarif vermek gerekirse afet gibiydi. ama onu tanımanız sonradan olanları öğrendiğiniz de içinizin daha fazla burkulmasına sebeb olacağından biraz daha ayrıntı vermek istiyorum.

    bilirsiniz, hollandalı kızların genel bir irilik problemi vardır. iridirler. rowan da ırkının bu mirasından biraz nasiplenmiş olsa da bu irilik diğerleri gibi onun elleri ve ayaklarına ya da kemiklerine değil de sadece boyuna etki etmiş. benden en az beş santim daha uzundu ama ne elleri kocaman ne baldırları kalın ne de sırtı genişti. kahverenkli ve boynunun başladığı yerde biten küt kesilmiş düz ince telli saçları gene kahve renkli hafif çekik gözleri, üstü belli belirsiz çillerle kaplı küçük bir burnu, çok düzgün sedef beyazı dişleri ve pembe kalın dudakları ile gördüğünüzde miğdenizde kelebekler uçuşturan bir güzeldi rowan. en güzel yeri ise şüphesiz teni idi. dokunduğunuzda bir daha ayrılmak istemeyeceğiniz ve uğruna cinayetler işlenen o tenleri duymuşsunuzdur. işte onlardan biri bana aitti. her gece sabaha dek ve istediğim kadar dokunabiliyordum.

    kuşadası'nın gece manzaralı o roof barında tanışmıştık onunla. otele geldiği ilk gün. on beş gün boyunca her gece işimiz bitip de bar dağıldıktan sonra o, bir arkadaşı, ben, baterist ozan ve barda çalışan biri kız iki çocukla birlikte kuşadası manzarasına karşı çevirip durmuştuk cigaramızı. türkiye'ye tatile gelirken yanında bir kaç çeşit ot daha önce hiç görmediğim siyah bir macun, bolca ex ve birkaç pul da asit getirmişti. cigaradan sonra şehre barlar sokağına gidiyorduk exlerimizi atıp ( üstünde 8 rakamı bulunanlardan. sonradan 8 değil de sonsuzluk anlamına gelen işaret olduğunu da öğrenecektim. ) diskolara dalıyor sabaha karşı otele dönüp öğlene kadar sevişiyorduk.

    daha sonraki üç yıl boyunca da ben o yaz nerede çalışıyorsam rowan da tatilini orada yaptı. alanya, kaş, marmaris. marmaris'e annesi de gelmişti. annesini hiç duman kafalı görmedim ama ne kızına ne de bana karıştığı da yoktu.

    melda

    gurupla birlikte marmaris' teki yaz sonunda sürekli bir iş bulduk ve tüm kış boyunca marmaris'te kalacaktık. marinadaki seçkin bir restoran barda biz orkestra olacak ve rus bir kız da arada bir üflediği saksafon ile solistlik yapacak, ingilizce salon şarkıları söyleyecekti. çok sıkıcıydı ama hem çalışma saatleri kısaydı, hem kiramızı ödüyorlardı hem de akşam yemeklerini restoranda hallediyorduk. ayrıca sahneye uygun miktarda alkol de servis ediliyordu. yani aldığımız para tulum kalıyordu ve istanbul'da kesinlikle bu parayı kazanamazdık.

    melda avukattı. restorantta tanıştık onunla. kısa boylu balık etli hani bir kere baktığınızda bir daha da bakmaya zaman ayırmayacağınız sıradan bir kadındı. bu yüzden rahatlıkla söyleyebilirim ki ben onu değil o beni avlamıştı. ilişkimizde fazla olan bendim. onunla da ortak noktamız sarıkızdı. birlikte olmaya başladığımızdan beri hafta da en az beş gün iş çıkışında onun evine gidiyordum. bazen sadece ikimiz bazen pek tanımadığım bir iki kişi daha seçkin marka beyaz şarap ile birlikte cigara içiyorduk. daha sonra yaptığımız şey gurup seks değildi. evet aynı odada daha doğrusu salondaydık ama herkes sadece kendi sevgilisi ile birlikte oluyordu. diğerleri ne yapıyor izlemiyorduk bile. ama sevişme araları tipik ingliz durum komedileri sahnelerinden fırlamış gibi oluyordu. çünkü ara verdiğimizde kimse giyinmiyordu. bir kaç saat önce savcı olduğunu öğrendiğim çıplak bir kadın ve gene çıplak olan otel sahibi sevgilisi ile benim kucağımda çıplak bir avukat olduğu halde karşılıklı cigara alışverişi yapıyor geyiğin dibine vuruyorduk. sanki kimse çıplak değil, sanki hiç birimiz esrar çekmiyor da, bildiğiniz sıradan evli iki çift birbirine misafiliğe gelmiş eften püften olaylar hakkında sıkıcı geyikler üretiyor gibi.

    bir pazar günü selimiye'ye melda'nın bir arkadaşının sahil kenarındaki pansiyonuna kahvaltı ve akşam üstü mangalı için gittik. kahvaltı sonrası emre nin av tüfeği ile bir iki atış yapmış, dağda biraz yürümüş, bazılarımız ayağını denize sokmuştu. ama herkesin aklı ozi'nin getireceği yeni merette idi. (buralarda osmanların adı ozi dir.) bitlis'teki yeğenleri özel göndermişler falan filan hep aynı hikaye işte bilirsiniz; tüm torbacılar kendi mallarının en iyisi olduğunu söyler ya onun gibi bir şey. tahta iskele üzerinde sardığımız "çift kaatlıyı" elden ele dolaştırmaya başladık. ilk defa ilk nefes te bu kadar etkili bir ot deniyordum. hepimiz iskeleye oturmuş bacaklarımız denize doğru sallandırırken geriye doğru yatmaya başladık. düşüyormuyduk yatıyormuyduk bilmiyorum ama kısa süre sonra iskele altından bakan biri altı çift bacağın hareketsiz şekilde denize sallandığını görebilirdi. sırtlarımız tahta iskelenin düzensiz dağılımlı tahtalarından fırlayan paslı çivi başları arasındaki boşluklara dayanmış, gökyüzüne bakarak cigarayı elden ele dolaştırıyorduk. böyle durumlarda muhabbet klasikdir.

    -olum harbiden iyi malmış ağa
    -ateşine tükürün hızlı yanıyor
    -bu da bişey mi? size bu kardeşiniz bir gün harbi afgan sarısı getirecek.

    herşey eğlenceli ve dumanlı giderken birden o ses geldi. su sesi. denize bir yerden su dökülüyordu. sonra bok kokusu geldi. sonra ağlama sesi. sonra gülme sesleri.

    melda, hem altına işemiş hem de sıçmıştı. o durumuna ağlamış ( bu iyi bir şey aslında yani kasık kaslarına hükmedemiyor ama bilinci de yerinde, tribe girmemiş.) diğerleri ise bunu komik bulmuş ve kahkahayı basmıştı.

    bir kaç gün sonra melda bana telefonda bir daha böyle bir şeyi asla yapmayacağını ve artık benden de uzak durması gerektiğini anlatmıştı. gerçekten bıraktı mı bilmiyorum ama onu bir daha marmariste sayısız kere yaşadığım esrar partilerinin hiç birinde görmedim.

    trip

    şöyle bir şeydir;

    yeni başladığım dönemlerde eve ilk kez ot getirmiştim. annem ve babam o cumartesi günü sarıyere halamlara gidecek gece orada kalacak ve ertesi akşam üstü ancak dönecekti. biran önce gitmeleri için gözlerinin içine bakıyordum ki tonla "yapılacaklar ve yapılmayacaklar" cümlelerinden sonra çıkıp gittiler. hemen cigaramı çıkardım. hem yeniydim hem de ilk defa tüm bir cigarayı tek başıma içecektim. ateşini yaktım. nefeslerimi art arda çektim. çok etkili değildi. hafiften başım dönüyordu ve ayaklarım sanki yerden bir kaç santim yukarıda basıyordu ama bunlar zaten bildiğim etkilerdi. demek bu şeyi çokta içsen etkisi pek değişmiyordu. çişim geldi. kalktım ve tuvalete gittim. tuvalet hemen evin girişinde, oraya doğru yürüdüm. elimi tuvalet ışığının anahtarına götürdüm. parmağım bir santim daha ilerlese tuvaletin ışıkları yanacaktı. ama babam evin kapısını açtı ve annemle birllikte içeri daldılar. ben şaşkınlıkla onlara bakıyordumdaha gideli yarım saat olmamaıştı. onlar ise bana çok garip bakıyorlardı. hayır bir şey unuttukları için filan dönmemişlerdi, ben o bir saniye içinde yaklaşık 22 saat tuvalet kapısı önünde elimi lamba düğmesine uzatır vaziyette beklemiştim. hastane ve amatem de yaklaşık üç ay kaldım.

    rowanın dönüşü

    annesininden gelen emailde hem uçuş detayları vardı hem de rowan'ı görmediğim ve haber alamadığım son dört yılda başına neler geldiği.

    dört yıl önce birlikte geçirdiğimiz yaz tatili sonrasında bir arkadaşı ile hindistana gitmişlerdi. goa. rowan arada bir asit takılırdı. ben hiç kullanmadım. goa da buna daha önce kullanmadığı bir asitten vermişler. bir pulun yarısı kadar. rowan kaldıkları pansiyonun bahçesindeki hamağa uzanıp dil altına atmış pulu. rowan için bir helikopter gelmiş sonra. avrupalıların sağlık sigortaları sağlamdır bilirsiniz. uçak ile hollandaya geri getirmişler rowan'ı ve üç buçuk yıl boyunca hastanede kalmış rowan. yeni yeni dış dünyaya karışmaya başlamış. ama henüz hiç konuşmamış. tatil iyi fikirmiş. doktorlar söylemiş.

    dalaman havalimanı uluslararası gelen yolcu kapısından annesinin elini tutmuş ve çok küçük adımlarla dışarı çıkarken gördüm onu. yirmidört yaşında bir vucuda hapsolmuş beş yaşında ki otistik bir oğlan çocuğu, çok kısa kesilmiş saçları ve havada sabit bir noktaya bakan gözleri ile karşımdaydı. ona doğru yaklaştım ve boşta kalan diğer elini avuçlarımın arasına aldım. yüzümde büyük bir gülümseme ile fısıltı tonunda seslendim ;

    -hi !

    o bana merhaba demedi. alt dudağı düşükdü ve güzel dişleri gözüküyordu ve iki ağız kenarından çenesine ordan da aşağıya doğru tertemiz bir salya akıyordu ta göğüslerine kadar.
    5 ...
  2. 2.
  3. Doğrusu uyarıcı ama hangi uyarici ?
    0 ...
  4. 3.
  5. 4.
  6. Hangi uyuşturucu kafasından bahsediyorsunuz acaba ?
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük